13 Eylül 2015 Pazar

Gergin Galatasaray

Galatasaray yeni sezona kendi sahasındaki ikinci maçı da kazanamayarak başladı. Hem de rakipleri Osmanlıspor ve Mersin İY gibi ligin oldukça zayıf ekipleriydi. Dördüncü maçında ancak 5 puan toplayabilen Hamzaoğlu, fiyasko şeklinde geçen transfer döneminin ardından gelen ağır eleştirilerden etkilenmiş gözüküyor. Bana kalırsa geçtiğimiz sezon boyunca en zorlu maçlarda dahi düşmediği hatalara yeni sezonun hemen başında, peşi sıra düşmeye devam ediyor. Oysa Galatasaray tüm yapılan eleştirilere rağmen içerideki iki kolay maçını kazanmış olsaydı şu anda ligin zirvesinde yer alacak ve Hamzaoğlu da güven tazeleyerek salim kafayla yoluna devam edebilecekti.

Hamzaoğlu Mersin maçından sonra bir geçiş sürecinde olduklarını ve zamanla düştükleri bocalama döneminden çıkacaklarını söyledi. Onun bu ifadesine kısmen katılıyorum; nitekim Galatasaray gerçekten de bir geçiş sürecine girdi ve biraz zamana ihtiyacı olduğu ortada. Ancak Hamzaoğlu ligin başından beri ısrarla oyuna sürdüğü hatalı ilk on birlerle elindeki fikstür avantajını kullanamadı. Artık onu çok daha zor ve sıkışık bir fikstür bekliyor ancak mevcut kredisini çoktan tüketti bile.

Öncelikle şunu belirteyim, Melo ve Telles’in son gün satılması, söz konusu rakamlar ile pek de hatalı bir hamle değil. Bana kalırsa lige kötü başlamanın asli sebepleri arasında da yer almıyor bu ayrılıklar. Ancak eksiklerin giderilmemiş olması gerçekten takımı oldukça olumsuz etkiliyor. Grosskreutz fiyaskosu da bunun tuzu biberi oldu. Oysa ki Alman oyuncu takımdaki birkaç yaraya birden merhem olabilecek bir isimdi. Şimdi gelelim bahsettiğim hatalara.

Hamzaoğlu Süper Kupa’yı kazandığı Bursa maçında orta sahada Bilal-Selçuk ikilisinin önünde Yasin-Sneijder-Podolski-Burak dörtlüsünü oynatmıştı. Sezonun ilk resmi maçında gerçekten çok silik bir futbol oynanmış, geriye dönüşlerde inanılmaz eksiklikler olmuş ancak Muslera’nın birkaç sihri ve Bursa’nın dağılmış takımını o dönemde toparlayamamış olması sayesinde kupa kazanılmıştı. Ne Burak, ne Yasin, ne Sneijder ne de Podolski oyunun defansif tarafını oynayabilen oyuncular değil. Bunlardan hiçbirinin topun arkasına zamanında geçerek alan kapatmak ve top kazanmak gibi özellikleri yok. Yalnızca Yasin üst düzey fizik kalitesiyle bu açığını fazla koşarak kapatabiliyordu ancak o da yeni sezonda  ideal fizik seviyesinde görünmüyor. Eğer takımınızın ileri dörtlüsü böyle komutan tipi oyunculardan kurulu ise bu dörtlünün defansif zafiyetlerini gizlemenin tek yolu onların etrafına en az iki asker koymak ve pis işleri onlara yaptırmaktır. Ancak Hamzaoğlu’nun elinde böyle oyuncular yok! Orta sahadaki alternatifler bu tanıma uygun oyuncular değil, aksine onlar da komutan! 
Bu noktada Melo’dan da söz etmek gerekiyor. Birçok yorumcu Melo’nun bu askerlik görevini yapabildiğinden bahsediyor. Buna katılmıyorum; özellikle son iki sezonda yaşı ilerlemiş olan Melo önceki yıllarda yaptığı o iştahlı baskıyı uygulayamayan, top kazanmakta güçlük çeken, ileri çıktığı zaman geri dönemeyen bir oyuncu haline gelmişti. Ancak Melo çok akıllı bir oyuncu. Bu durumun kendisi de farkında olduğu için, ilerdeki komutanların defansif katkıya ihtiyacı olduğu anlarda kendisini stoperlerin arasına atıyor ve rakibe bu bölgede kalabalık bir defans gücü ile cevap veriyordu. Gel gelelim bu durumda da Galatasaray durmaksızın baskı yiyen ve rakibine ceza sahası dışından bolca şut çekme fırsatı veren bir görüntüdeydi. İşte bu açık da geçtiğimiz sezon izlediğimiz ekstra bir Muslera performansı ile kapatıldı. Ceza sahasına gömülü oynayan bu Galatasaray rakiplerini tek farklı galibiyetler ile geçiyordu. Yani Melo kalmış olsaydı da bu defansif zafiyet devam ediyor olacaktı.  
Peki yeni sezonda yapılması gereken hamle neydi?

Aslında çok basit. Melo zaten gitmek istiyorken onu tutmak artık akıl karı değildi. Ancak orta sahaya az önce bahsettiğim açıkları kapatabilecek, genç, sert, tempolu ve güçlü bir askerin transfer edilmesi gerekiyordu. Bu hamlenin yapılmamış olması, şu anda yaşanılan puan kayıplarının temel sebebidir bana göre. Hamzaoğlu da Bursa maçında yaşanan zafiyeti görmüş ve ligin ilk haftasında oynanacak olan zorlu Sivas deplasmanı öncesinde buna önlem almak istemişti. Böylece ilk on bir tercihlerinde yapılacak hatalar silsilesi de başlamış oldu. Hamzaoğlu Burak’ı yanında oturtarak ilerideki komutan sayısını dörtten üçe indirip, problemi çözmek niyetindeydi. Fakat Burak yerine oyuna sürdüğü isim bir komutan olmayan ancak kendisini bir komutan zanneden Olcan’dı. Olcan da tembel bir oyuncu olduğu için bu yaraya merhem olamadığı gibi, hücumdaki çeşitliliğe de ket vurmuş oldu. Problem sürüyordu. Sıradaki Osmanlıspor maçında ise bu kez Yasin’i kenarda görüyorduk. Hamzaoğlu ileri dörtlüyü üçe indirmek fikrinde haklıydı, ancak yerine oynattığı isim yine hatalı bir tercih olmuştu: Umut Bulut. Eski fizik gücünün çok uzağında olan Umut belki geri koşuyordu ancak bunlar çok etkisiz koşular. O da top kazanamıyor, o da doğru baskıları yapamıyor, sonuçta Galatasaray defansif zaafını kapatamıyordu. Muslera da artık kurtarıcı olmak bir tarafa, yediği hatalı gollerle puan kayıplarına ortam hazırlıyordu.

Konya maçında da Umut tercihi değişmemişti ancak fark Melo’nun dönüşü olmuştu. Yine adeta üçüncü bir stoper gibi oynadı Melo bu mücadelede. Nitekim Sneijder’in son 5 dk’da gelen gollerini bir tarafa bırakırsak, geçen sezondaki tek gollü galibiyetlerin bir kopyasını izlemiştik adeta. İşte bu galibiyetin ardından döndü denilen Melo Milano uçağına bindi; apar topar İstanbul’a getirilen Grosskreutz ise tarihi bir fiyasko sonucu Ocak’a kadar oynatılamamak suretiyle transfer edildi. Önceki yazımda da bahsettiğim gibi, orta sahadaki bu boşluğu doldurmanın ilk yolu olan; bu bölgeye direkt oynayacak bir oyuncu transferi gerçekleştirilememiş olsa da; ikinci yol olan, kanatlardan birine bir asker oyuncu transferi gerçekleştirilmişti. Yani hepimiz öyle zannettik. Fakat Ocak ayına dek bu ikinci yol da Galatasaray’a kapanmış oldu.

Hamzaoğlu da bu gelişmelerin üzerine gelen Mersin maçında, hatalı on birlerine bir yenisini daha ekledi. Bursa maçında denediği ve hüsranla sonuçlanacağı belli olan sisteme geri dönmüştü. İleri dörtlüyü üçe indirmekten vazgeçti adeta. 
Bu dörtlüyü bir arada sahaya sürecekseniz onları taşıyacak oyuncuları da etraflarına koymalısınız. Ancak orta sahada seçenekleriniz Jose, Selçuk, Bilal ve Hamit iken; sağ bekiniz Sabri iken bu dörtlüyü bir arada ilk on bire koyamazsınız! 
Hele ki öndekileri taşıyacak oyuncularınızdan biri olan Carole cezalıyken, yerine Olcan’ı koyduysanız bu ileri dörtlüde ısrar etmek intihar olur.

Açıkçası bana kalırsa mevcut kadronun içerisinden çıkartılabilecek çözüm ortada. Çözüm; bu ileri dörtlüden birinin kesinlikle yedeğe çekilerek kanatlardan birine orta saha özellikli oyuncularınızdan birini yerleştirmektir. Daha somut konuşmak gerekirse, aşırı derecede temposuz olan Podolski, hazır olana dek yedeğe çekilmeli ve yerine Emre Çolak ilk on bire monte edilmelidir. (Podolski hazır olduğunda ise sol kanatta Yasin ile rotasyona girmelidir). Böylece orta sahanın ortasındaki ikiliniz Selçuk ve Jose’nin yanına gizli bir üçüncü orta saha olarak Emre’yi koyar, öndeki Sneijder’i de 70 metre adam kovalamak zorunda bırakmazsınız! Sneijder’in böyle 70 m oyuncu kovalayarak top çalması onun özverisini gösterir ve bu taraftarın tabi ki hoşuna gider. Ancak eğer siz Sneijder’i bu müdahaleyi yaparken gördüyseniz bilin ki o takımda çok önemli defansif zafiyetler mevcut. Bu geri dönüşleri Sneijder’e yaptırırsanız, bu sefer ileride topu çekip 90’a vuracak hali kalmaz, siz de maçı kazanamazsınız.


Hamzaoğlu bu tarz teşhisleri geçtiğimiz sezon çok başarılı bir şekilde koymuş ve tedavileri de vakit kaybetmeden uygulamıştı. Ancak bu sezon içinde bulunduğu gergin ortam onu çok etkilemiş olmalı. Nitekim onun gerginliği takımına da sirayet etmiş durumda. Önceki sezon boyunca kırmızı kart görmeyen ve sadece oyununu oynamaya odaklanan Galatasaray takımı; yeni sezonda yerini ilk beş resmi maçta üç kez kırmızı kart gören ve oldukça gereksiz bir şiddetle hakemlere oynayan bir takıma dönüşmüş durumda. Bu gerginlik oyunculara gol yapma noktasında da zorluklar yaşatıyor. Puan kayıpları yaşanırken kötü oyuna rağmen yakalanan birçok net pozisyondan yararlanamadı sarı kırmızılı futbolcular. 

Hamzaoğlu’nun milli aradan faydalanarak sakinleşeceğini ve artık doğru hamleleri yapacak olduğunu düşünmüştüm ancak Mersin İY maçında beni yanılttı. Hamzaoğlu hala oldukça gergin ve bu baskı ona hata yaptırıyor. Artık bir an önce sakinleşerek en iyi bildiği işi yapmalı ve takımın zaaflarına çözüm üretmeli. Aksi takdirde önündeki zorlu fikstürden hasarsız çıkması imkansız hale gelecek ve artık daha fazla hasar alacak kredisi de kalmadı.

2 Eylül 2015 Çarşamba

Deadline Day

Her futbolsever için bayram niteliğindeki günlerden biridir bu gün. Piyasanın domino etkisine uğradığı ve takımların eksiklerini kapatmak adına son nefesleriyle yaptıkları hamleler sonucunda yüzlerce oyuncunun kulüp değiştirdiği bir gündür. Böylece yüzlerce yeni beklenti, milyonlarca taraftarı sarmış olur. Peki bu kutsal günde bizim kulüplerimiz ne yaptı? Eksiklerini kapatabildiler mi? Yoksa tam tersine elindeki değerleri mi kaybettiler?



Öncelikle Beşiktaş, Fenerbahçe ve Trabzon’dan başlamak istiyorum. Çünkü uzun yaz transfer sezonunu çok yüksek tempoda geçiren bu kulüplerin, son günlerde meydana çıkan bu karmaşaya girmemeleri mantıklıydı, öyle de oldu.

Beşiktaş’ın kaleci, stoper ve (mevcut sakatlıklar sebebiyle) bir orta sahaya ihtiyacı olduğunu düşünüyordum. Bu mevkilere ilişkin basında birçok isim okuduk ancak Beşiktaş son günlerde sessiz kalmayı tercih etti. Tabi ki son günde 2-3 transfer gerçekleştirmek genellikle tutmayan bir aşıdır. Oğuzhan ve Necip’in formu; Tolga – Şenol Güneş bağı düşünülürse orta saha ve kaleciden vazgeçmiş olmaları da akıllıca olabilir. Ancak bana kalırsa Beşiktaş ne yapıp edip, son gün de olsa, hızlı ve içgüdüleri yüksek bir stopere imza attırmalıydı. Sezon genelinde bu problem ile karşı karşıya kalacaklarını tahmin ediyorum.


Trabzon ise geçen yaz takımını baştan aşağı yenilemeye kalkıp, inanılmaz bir plansızlık sonucunda milyonlarca avroyu adeta sokağa dökmüştü. Şimdi ise bu ağır müsibet bin nasihattan iyi etki yapmış olacak ki Süleyman Hurma liderliğinde, akıllıca bir transfer dönemi geçirildi. Son güne kadar yapılmış olan 7 transferin 6’sı şu anda lige çok iyi giren Trabzon’un 11’ine doğrudan yerleşen oyuncular. Son günlerde ise stoper Douglas ve Marin hamleleri geldi. Ben Douglas’ın da ilk on bire doğrudan girecek bir transfer olduğunu düşünüyorum. Marin ise sanırım bir fırsat transferi oldu. Chelsea’ye transfer yaptıktan sonra darmadağın olan özgüveni yeniden ortaya çıkarsa, Trabzon’un hücumuna liderlik edecek bir yıldız haline gelebilir. Ancak daha yüksek olan ihtimal, fizik olarak ezilerek ligde forma bulamayıp, kupa maçlarında etkili olacak bir performans ortaya koyması. Trabzonspor bu başarılı transfer operasyonu sonucunda tekrar zirveye aday bir takım olduğunu hatırlatmıştır.


Fenerbahçe’nin 2015 yazı belli ki uzun yıllar boyunca hatırlanacak bir yaz olacak. Nasıl hatırlanacağını önümüzdeki süreç gösterecek tabi ki ancak başarısız olma ihtimali minimalize edilmiş bir kadro karşımızda duruyor. Son günlerde ise ufak bir hareketlilik daha yaşadı sarı lacivertliler. Moussa Sow takımdan ayrılırken, genç Lazar Markoviç Liverpool’dan kiralandı. Naçizane görüşüm bu iki hamlenin de olumsuz olduğu yönünde. Sebebine gelirsek; öncelikle Fenerbahçe’nin bu yıldızlar topluluğu kadrosunda asli bir eksik bir bölge mevcut, bir stoper. Bu bölge es geçildi. Bunun yanında daha önceki yazılarımda da bahsettiğim üzere bir kanat oyuncusu da Fenerbahçe’nin bu gösterişli kadrosunun iki yönlü bir orta saha ile birlikte ihtiyaçlarındandı. Ancak aradan geçen süre zarfında yine Bursa’nın kapısı çalındı ve Volkan Şen ile Ozan Tufan bu yaralara merhem olmak üzere getirildi. Yani gerekli müdahale de böylece yapılmış oldu. Buna rağmen transferin son günlerinde stoperdeki gedik unutularak Volkan Şen ile güçlendirilen bölgeye bir de Markoviç kiralandı. Markoviç henüz 21 yaşında ve potansiyeli gerçekten çok ama çok yüksek bir oyuncu. Bunu tabi ki kabul ediyorum ancak Fenerbahçe bu yatırımı Markoviç’in geleceğine yapmış olamaz, nitekim satın alma opsiyonu bulunmuyor! Geçiş döneminde acil bir gedik kapatmak üzere alınmış bir oyuncu da olamaz, çünkü 4 milyon € bedele mal olan bir Volkan Şen transferi mevcut. Rotasyonu güçlendirmek için derseniz, halihazırda Stoch bu görev için gayet uygundu, bu da olamaz. Sonuç olarak Markoviç belki de bu sezon müthiş bir patlama yapacak ve Fenerbahçe’nin vazgeçilmezi olacak. Bu gayet olası bir senaryo. Ancak bu ihtimalde dahi Fenerbahçe Mayıs 2016’da böylesine önemli bir yıldızını kaybetmiş olacak.



Moussa Sow’un ayrılışı ise; FB adına bir süredir beklenen bir hadiseydi. Bu süre içerisinde ona bir alternatif bulunamamış olması adeta Terraneo’ya yakışmadı! 4-2-2-2 gibi bolca forvet gerektiren bir sistem benimsenmişken, elinizde yalnızca iki adet forvet kalmış olması bu sistemin değiştirilmek zorunda kalınmasına sebep olacaktır diye düşünüyorum. Tüm bunların yanında, Fenerbahçe’nin tandeminde hala önemli bir sıkıntı olduğunu da ortada.


Gelelim transfer serbestliğinin son gününü oldukça fırtınalı geçiren son şampiyon Galatasaray’a. Galatasaray bu kutsal günde 3 kupalı takımının ilk on birinden iki Brezilyalı, Felipe Melo ve Alex Telles’i İnter’e yollarken; Cenk Gönen, Denayer ve Grosskreutz’u kadrosuna kattı. Peki 31 Ağustos 2015 Galatasaray’a ne kazandırır,  ne kaybettirir?


Öncelikle geçtiğimiz sezon kazanabilecek bütün kupaları müzesine götüren bir takım olduğundan, ancak buna rağmen bu takımın çok önemli eksikleri bulunduğundan daha önce de bahsetmiştim. Nitekim hava toplarında etkili olacak, savunmaya akıllı bir agresiflik kazandıracak uzun bir stoper1; orta alanda takımın baskı ve top kazanma yükünü sırtlayabilecek tempolu bir orta saha2; özellikle Şampiyonlar Ligi’nde ve derbilerde geriye dönüş sıkıntıları yaşamayacak bir sağ bek3; Burak Yılmaz’ı zorlayabilecek ve hücuma çeşitlilik kazandırılabilecek bir forvet4; ve nihayet, Muslera’ya grip olabilme özgürlüğü verebilecek güvenilir bir yedek kaleci5  Galatasaray’ın ihtiyaçlarıydı.

1.       Stoper: Bu ihtiyaca cevap verebilmek adına transferin son gününde Manchester City ve Belçika milli takımının büyük beklenti içinde olduğu genç oyuncu Jason Denayer kiralandı. Bu transferi az önce bahsettiğim Markoviç transferine benzetebiliriz. İlk bakışta olumsuz gözüküyor. Ancak arada küçük bir fark var. Galatasaray geçiş sürecinde, acil bir ihtiyacı gidermek adına bu bölgeye Denayer’i getirmiş olabilir. Ancak bu sezonu harika da geçirse, satın alma opsiyonu bulunmadığı için sezon sonunda City’ye dönecek ve bu bölgede yeniden transfere ihtiyaç duyulacaktır. Tabi ki genç oyuncunun bu bölgedeki eksikliği kapatıp kapatamayacağı da şimdilik meçhul. Şu anda elimizdeki en önemli veri geçtiğimiz sezon henüz 19 yaşındayken İskoçya Ligi ve Şampiyonlar Ligi dahil olmak üzere 44 maçta oynamış olması.

2.       Orta Saha: Buradaki ihtiyaç iki şekilde kapatılabilirdi. Ya artık yaşlanan, temposunu tamamen kaybeden ve oyunda kaldığı bölümlerde stoperlerin arasına saklanan Melo’yu kızağa çekecek genç bir ön libero transferi yapılabilirdi. Ya da sağ açığa; top kesme (pas arası yapma), bire birde top kazanma ve agresiflik gibi defansif orta saha özellikleri bulunan tempolu bir oyuncu alınarak orta sahanın ortası bu şekilde desteklenebilirdi. Sanırım 1,5 milyon €’ya gerçekleştirilen Grosskreutz transferi bu eksiği kapatmak için son dakikada yapılabilecek en iyi hamleydi. Bu transfer Galatasaray’ın mevcut riyakar ve beceriksiz yönetiminden beklenmeyecek derecede iyi bir hamle oldu. Grosskreutz; Selçuk (Hamit) ve Jose (Bilal)’den oluşacak, top kullanma becerisi Avrupa standartlarında olsa da, en büyük eksiği defansif meziyetler olan orta sahanın bu zafiyetini görünmez hale getirebilir. Tabi ki Alman oyuncunun sağlık durumu bu noktada oldukça kritik.

3.       Sağ Bek: Sezon başında Sabri’ye yapılan zamlı yeni kontrat taraftarlar arasında adeta bir ayaklanmaya sebebiyet vermişti. Bu haklı serzeniş, Sabri’ye alternatif alınmayan her gün artarak devam etti; ta ki sezon başlayana kadar. Sabri, ilk üç hafta yaptığı üç asist ve verdiği iyi performansla şimdilik tepkiyi sonlandırmış gibi gözüküyor. Ancak ben zaten Sabri’nin bir hücum bek olarak Türkiye sınırlarında Caner ve Cicinho ile birlikte en etkili bek olduğunu düşünüyorum. Nitekim istatistikler de bunu doğrulayacaktır, örneğin bu üç oyuncu en yüksek isabetle orta yapma becerisi gösteren bek oyuncuları. Ancak Sabri’deki asıl problem Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi ve derbi maçlarında ihtiyaç duyduğu (ve duyacağı) defansif katkıya cevap verememekti. Bu problem hala devam ediyor. Ancak Grosskreutz hamlesi bir kesin çözüm olmamakla birlikte, bahsettiğim problemin minimuma indirilmesine yardımcı olacaktır. Galatasaray’ın sağ kanadında Grosskreutz – Sabri ikilisinin bu sezon genelinde ideal olduğunu düşünüyorum.

4.       Forvet: Bana kalırsa Burak Yılmaz patlayıcılığı, gücü, bitiriciliği, inatçılığı ve sahadaki açlığı ile birinci sınıf bir forvettir. Topsuz oyundaki eksikleri, ofsayta düşme ve gereksiz faul yapma alışkanlığı, kapalı savunmalara karşı bocalayabilmesi onun birinci sınıf olmasını engellemez. Gel gelelim birinci forvetiniz kim olursa olsun, mutlaka kulübenizde ona alternatif olacak bir forvet bulundurmanız gerekir. Galatasaray’da bu bölgeye transfer yapılmaması sonucunda Umut Bulut ve genç Sinan Gümüş eldeki alternatifler olarak gözüküyor. En iyi zamanlarında dahi ayırıcı özelliği baskı gücü ve fizik kuvveti olan Umut artık bu özelliklerini de kaybetmeye başlamış durumda. Umut’un bu saatten sonra Galatasaray’da ilk 11 oyuncusu olarak katkı verebileceğini düşünmüyorum. Ancak gole acilen ihtiyaç duyulduğunda, tecrübesi ve karambol yaratma özelliği ile, son yarım saat – on beş dakikalık bölümlerde kulübeden gelerek katkı verebilir. Forvette gözüken bu önemli eksik eğer genç Sinan Gümüş bir patlama yapmazsa Galatasaray’ın başını ağrıtacaktır. Gayet tabi Podolski bu bölgeye bir alternatif olarak görünebilir. Ancak Burak Yılmaz’ın ilk 11’de başlamayacağı her maç Galatasaray’ın pozisyona girmekte çok zorlanacağına delalettir.

5.       Yedek Kaleci: Geçtiğimiz sezon Sinan Bolat’ın kiralanmasıyla geçici olarak çözülen bu sıkıntı, transferin son günlerinde Cenk Gönen’in transfer edilmesiyle kalıcı olarak giderilmiştir. Şahsen Cenk’i bir kaleci olarak beğenmem. Çünkü verebileceği performansın maksimumu ile minimumu arasında bir uçurum vardır. Ancak gerek yaşı gerekse de maliyeti itibariyle, Taffarel faktörü de göz önünde bulundurulduğunda, problem çözen bir transfer olduğunu düşünüyorum.

Tüm bu çözülen veya çözülemeyen problemlerin üzerine, Galatasaray son günde Melo ve Telles’i kaybetti. Bu kayıpların yansımalarını da değerlendirmek istiyorum.



Öncelikle kamuoyundaki algının aksine, Melo’nun kaybının saha içinde takıma olumsuz değil, aksine olumlu döneceğini düşünüyorum. Bunun sebeplerini yukarıda da saydım, Melo’nun gidişinin saha içinde somut olarak Galatasaray’a yaşatabileceği tek handikap hava toplarında çıkıp vuracak oyuncu eksikliğinin iyice artmış olmasından başka bir şey değildir. Lakin Melo’nun eksikliği psikolojik olarak takıma önemli bir darbe vuracaktır. Her şampiyon takım, içerisinde “isyan eden” bir veya birkaç oyuncu barındırır. Melo da böyle bir oyuncudur. Agresifliği ile hem kendi taraftarının, hem rakip taraftarların, hem hakemlerin hem de rakip takım oyuncuların üzerinde etki kurmayı başarmış bir oyuncudur Melo. Bu etki kendisini Anadolu takımlarına karşı oynanan maçlarda hissettirmez ancak hedef maçlarında bu eksiklik kendisini gösterecektir. Grosskreutz, Podolski ve Chedjou karakter ve tecrübe itibariyle bu boşluğu doldurmaya aday isimler gibi gözüküyor. Onların bu hedef maçlarındaki görüntüsü Galatasaray adına kritik olacak.

Ticari olarak düşünüldüğünde ise bu ihraç, Galatasaray tarihinde eşine az rastlanır bir kazanç olmuştur. Melo için iki sezonluk kiralama ücreti ve bonservis bedeli olarak, Galatasaray toplamda 7,5 milyon €’yu Juventus’a ödedi. Melo’dan en efektif yaşlarında (28-32) alınabilecek maksimum katkı alındı ve Melo 32 yaşına gelmişken ve artık sahada hareket etmekte zorlanırken 3,7 milyon € gibi iyi bir fiyata satıldı. Hatta İnter önümüzdeki 3 sezon boyunca, Şampiyonlar Ligi’ne kalacağı her sezon için Galatasaray’a  500 bin € daha bonus ödemeyi taahhüt etmiş. Ayrıca Melo’dan açılan boşluk 20 yaşındaki, bedelsiz olarak transfer edilen Jose Rodriguez için müthiş bir fırsat ortaya çıkarmış da oldu.

Telles’e gelirsek; yine genel görüşün aksine Telles’in oldukça faydalı ve ümit vadeden bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Asla görevden kaçmayan, takım içi pis işleri yapmaya erinmeyen, çok çalışkan ve kendisine yatırım yapan bir futbolcu. Geçtiğimiz sezon takıma kazandırdığı hareketliliğin 3 kupada önemli bir payı olduğu görüşündeyim. Tabi ki fizik dezavantajı sebebiyle asla bir Carlos ya da Marcelo olamayacak. Ancak bir Filipe Luis olması bana göre çok olası gözüküyor. Zaten bu oyuncu transfer edilirken ilerde pazarlanmak üzere de getirildi. 6 milyon 150 bin € bedelle transfer edilmiş. Bu sezon mali krizde olan Troyes’un elinden çıkarmak durumunda olduğu, yine genç ve potansiyelli Carole de uygun bir fiyata alındı. Carole’un maksimumunun Telles kadar olamayacağını düşünüyorum ancak oyuncu tipi olarak Türkiye’ye daha uygun olduğu da aşikar. Bu şartlarda Telles’in iyi bir anlaşma sonucunda gönderilmesini akıllıca bulurdum. Fakat Telles için İnter ile yapılan anlaşma çok yanlış. 1,3 milyon € bedelle kiralandı (İnter'in UEFA'ya katılması durumunda 250 bin € bonus ödenecek) ve 8,5 milyon €’luk satın alma opsiyonu belirlendi. Eğer Telles bu sezon İnter’de patlama yaparsa zaten değeri en az 15 milyon € seviyelerine yükselecek, İnter 8,5 milyon €’luk opsiyonu kullanacak ve Galatasaray kardan zarar etmiş olacak. Yok eğer Telles İnter’de geriye gider ve İnter onu sezon sonunda satın almak istemezse 1,3 milyon € gibi çok da önemli olmayan bir bedel için Telles – Carole ikilisinden oluşacak sağlam bir sol bek rotasyonundan vazgeçilip, göbekli Olcan’a bel bağlanmış olacak. Bu yaz Bruma’da yapılan hata bana kalırsa Telles transferinde de tekrarlandı. Bu iki oyuncu için belirlenen satın alma opsiyonları kesinlikle daha yüksek olmalıydı.



Yine uzun bir yazı oldu :) Sabredip de sonuna kadar okuyan herkese teşekkürler…

4 Ağustos 2015 Salı

Güneş'in Beşiktaş'ı

Bu yazı sayfamda Beşiktaş ile ilgili yazdığım ilk yazı olacak. O yüzden öncelikle Beşiktaş’ın son durumu ile ilgili bir girizgah ile başlamak istiyorum.

Beşiktaş; önceki başkan Yıldırım Demirören’in siyasi erklerin talimatıyla TFF’nin başına geçerek başarısız yöneticilik kabiliyetlerini bu alanda sergilemeye devam etmesiyle birlikte, başındaki en büyük beladan adeta hiç ummadığı bir anda kurtulmuştu. Sonrasında göreve gelen Fikret Orman geldiği günden bu yana kulüp adına önemli ve temel değişikliklere gidiyor. İlk sezonunda dillere pelesenk ettiği “FEDA” sözcüğü ve bu mantalitenin çok hatalı olduğunu düşünüyorum. Bu hareket,  Beşiktaş’ı rakiplerine karşı kafa olarak geri düşürdü ve Beşiktaş hala bunun sıkıntılarını yaşıyor. Bunun yanında bir yanlışı da yaptığı bir doğrudan dönmek şeklindeydi Fikret Orman’ın. Doğru bir isim olup olmadığı tartışmaya açıktır ancak Önder Özen sportif direktör titri ile kulübe getirilmişti. Bu kulübe bir anlayışın transferi demekti. Buna ilk cesaret eden kulüp olmuştu BJK. Bu sportif direktörlük sistemi kulüplerimizi uzun vadeli başarıya götürebilecek yegane sistemdir ve er ya da geç tüm büyük kulüplerimiz bu sisteme dönecek, dönmek zorunda kalacaktır. Nitekim, her yeni başkanın 3-4 farklı teknik direktör ve sayısız transferle kuracağı takımlar kalıcı başarıyı getirmeyeceği gibi bu takımları karşılayabilecek bir ekonomimiz de bulunmamaktadır. İşte Orman’ın ikinci hatası bana kalırsa bu sistemden çabuk vazgeçmiş olmasıdır. Bunların dışında da küçük-büyük hataları tabi ki vardır fakat burada ağır bir eleştiri yazısı yazmak niyetinde değilim. Gel gelelim, BJK’nin çehresini değiştirecek doğrulara da imza atmıştır. Belki takım iki sezondur tüm maçlarını deplasmanda oynamak zorunda kalıyor, hatta bu yılda da muhtemelen böyle devam edecek; ancak 3 yılın sonunda da olsa Beşiktaş yeni stadına, hem de eski yerinde sahip olmuş olacak. Bence bu çok önemli bir başarıdır. Ayrıca Önder Özen ile değişen transfer anlayışı bugünlere kadar sürdürüldü ve nihayetinde potansiyeli yüksek ve maliyeti düşük bir takım oluşturmayı başardı Beşiktaş. Bugün rakipleri Galatasaray, Fenerbahçe ve Trabzonspor birçok vasat oyuncusuna inanılmaz yıllık ücretler öderken; Beşiktaş maaş tavanını 1,5 milyon Euro’ya sabitlemeyi başardı. 


Beşiktaş’ın FEDA sezonunda idare etsin diye takımın başına getirdiği Samet Aybaba takımı bir şekilde üçüncü yapmıştı. Bunu kimse de yadırgamadı zaten. Ancak daha sonra takımın emanet edildiği isim Slaven Biliç’ti ve beklenti büyüktü. İlk sezonunda stat yoktu ve istediği transferleri de gerçekleştirememişti Hırvat Hoca. Bu sebeple onun getirdiği üçüncülük de sineye çekildi. Fakat geçtiğimiz sezon statsız oynamaya alışık ve artık yıldızları da olan bir ekip vardı elinde Biliç’in. Bu ekiple sezona çok iyi başlanınca beklentiler daha da yükseldi. Önemli İngiliz rakipler bir bir devriliyor ve UEFA’da da hedefler büyüyordu. Ancak ne olduysa yine Mart ayında oldu ve takım büyük bir düşüşe girdi. Mart’a kadar üç kulvarda da dolu dizgin yürüyen Beşiktaş henüz Nisan sonunda her şeyi kaybetmişti. Tabi ki Biliç’in kredisi de bitti. Onunla da yollar ayrıldı ve sıra Şenol Güneş'in Beşiktaş'ına geldi.


Bu yakın geçmişin özetinden sonra, yaz aylarında takip ettiğim kadarıyla yeni sezon adına bir değerlendirme yapmak istiyorum.


Öncelikle Şenol Güneş’in takımın başına getirilmesinden söz etmek gerekiyor. Bana kalırsa mevcut şartlarda her iki tarafın da birbirine ihtiyaç duyduğu ve her iki tarafın da birbirini bir kademe daha üste çıkarma şansına sahip olduğu bir seçim. Beşiktaş camiasının beklediği oyunu oynatmaya en müsait hocalardan biri Şenol Güneş. Beşiktaş da Şenol Hoca için, artık winner bir koç olma arzusunu gerçekleştirebileceği en büyük şans. Bakalım bu karşılıklı arzu durumu başarıyı getirebilecek mi?


Takımı pozisyon pozisyon ayırarak, yeni transferler ile birlikte değerlendirmek istiyorum. Transfer harekatına bakacak olursak:

Gidenler: Filip Holosko, Atınç Nukan, Demba Ba, İbrahim Toraman, Tomas Sivok, Filip Holosko, Uğur Boral.

Gelenler: Mario Gomez, Luiz Rhodolfo, Ricardo Quaresma, Andreas Beck, Dusko Tosic.

Kaleciler geçtiğimiz sezon ile aynı. Tolga, Cenk ve Günay Beşiktaş’ın file bekçileri olmaya devam edecek. Kesinlikle yetersiz bir rotasyon. Tolga çok sakatlanan bir kaleci, Cenk ve Günay ise eksantrik hatalarıyla güven vermeyen kaleciler. Burada Beşiktaş’ın tek şansı Şenol Güneş.

Sağ bek mevkii, Beşiktaş’ın yıllardır problem yaşadığı bir bölge. Serdar Kurtuluş geçen sezon bu pozisyonu tek başına götürmeye çalışmıştı. Buraya yapılan Beck transferi problemi çözecek gibi duruyor. Ancak Alman oyuncu hazırlık maçlarında kendi performansının oldukça altındaydı. Sanırım adaptasyon problemleri yaşıyor.

Stoper rotasyonunda Atınç ve Sivok ayrılırken, Rhodolfo transferi yapıldı. Şu anda Rhodolfo, Ersan, Pedro Franco ve Milosevic bu pozisyonu götürecek isimler olarak görünüyor. Şenol Hoca hazırlık maçlarında Tosic’i de bu bölgede denedi. Her ne kadar burada Rhodolfo’nun performansı belirleyici olacak olsa da, Beşiktaş’ın burada eksik olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu beş oyuncu da ağır oyuncular ve Şenol Güneş savunmasını ileri çıkarmaktan çekinmeyen bir teknik adam. Rhodolfo’nun burada vereceği katkı çok kritik gerçekten de. Brezilyalı etkisini hissettirebilirse problemleri halı altına süpürebilir BJK. Ancak buraya kesinlikle bir hırçın, hızlı ve içgüdüleriyle oynayan bir stoper alması gerekiyor Beşiktaş’ın.

Sol bek de iki sezondur Ramon Motta’nın sakar teper götürdüğü bir pozisyon. İstikrarsız bir oyuncu Motta. Onu yedekkleyen İsmail Köybaşı ise büyük meblağlar ile transfer edilen ancak beklentileri karşılayamayan bir isim. Sürekli sakatlık problemleri yaşıyor bu oyuncu ve güven vermiyor. Buradaki eksikliği Gençlerbirliği’nden Tosic transferi çözebilir mi derseniz, bu konuda kararsızım. Tosic eğer Biliç’in takımına alınmış olsaydı cevabım kesinlikle çözer olurdu ancak Şenol Güneş’in takımlarına baktığımızda Tosic tarzında pozisyon ve kademe bilgisi ön plana çıkan ve ayağa iyi oynayan ancak temposuz oyuncular pek tercih edilmeyen isimlerdir. Galatasaray savunmasında Hakan Balta’nın rolü ile çok benzer bir senaryo olacağını düşünüyorum Beşiktaş’ın yeni sol beki Tosic’in.      

Orta sahanın ortasında sezon başı ilk iş Atiba ile sözleşme uzatıldı. Böylece bu rotasyon korunmuş oldu. Burada Atiba, Necip, Veli, Tolgay, Oğuzhan ve Sosa Beşiktaş’ın kullanabileceği isimler. Ancak Veli ve Tolgay’ın sezonu kapsayacak büyüklükte sakatlıkları bütün planları bozdu. Yani elde sadece 4 oyuncu kaldı ve bunların hepsi tek yönlü oyuncular. Aslına bakarsanız Şenol Hoca’nın başarı yakaladığı kadrolara baktığımızda onun ön libero olarak tabir edebileceğimiz (Veli, Atiba, Necip gibi) oyuncuları pek kullanmadığını görürüz. Şenol Güneş bu bölgede ikisi de top yapan ve hücum düşünen oyuncular kullanmayı sever. Adam kovalama ve topun arkasına geçme gibi beklentileri minimumdadır. Şenol Hoca'nın bu bölgedeki beklentisi daha çok interception özelliğidir. Nitekim şampiyon yapmaya çok yaklaştığı (ya da yaptığı?) Trabzon’da orta saha ikilisi Selçuk-Colman’dır. Aynı şekilde geçtiğimiz sezon oynadığı futbolla takdir toplayan Bursa orta sahasında Şamil, Bekir ve Traore gibi oyuncuları değil; Belluschi, Ozan, Josue ve Holmen’i kullanmıştır. Buradan hareketle Beşiktaş’ta da öncelikli planının Tolgay, Oğuzhan ve Sosa’dan oluşan bir orta saha olduğunu düşünüyorum. Ancak Tolgay’ın sakatlığı ve Oğuzhan’ın formsuzluğu sebebiyle Şenol Hoca’nın planları değişecektir. Beşiktaş burada da acil bir transfere ihtiyaç duyuyor.

Kanatlara baktığımıza Beşiktaş gerek potansiyel gerekse de isim olarak ekstra oyunculara sahip. Gökhan Töre, Quaresma, Olcay ve Kerim Frei kanat rotasyonunda kullanılabilecek isimler. Gerekli olduğunda Sosa da bu bölgede değerlendirilebilecek bir oyuncu. Gerçekten çok yetenekli bir oyuncu grubu. Rakip takımın teknik direktörü olsanız Gökhan Töre ve Quaresma’dan oluşacak kanatları nasıl durdururum diye oturur kara kara düşünürsünüz. Ancak tabi ki bu oyuncuların falsoları da var. Gökhan da Q7 de oyunun savunma tarafında çok vurdumduymaz isimler. Bu özellikle ligimizin anti-futbol tercih eden ekiplerine karşı bir problem olabilir. Burada aklıma takılan bir diğer nokta ise; Şenol Güneş’in tarzı. Şenol Hoca’nın geçmişine baktığımızda bir kanatta topla haşır neşir olmasını istediği ve bire bir oynamasına müsaade ettiği bir oyuncu kullanırken, diğerinde bir kanat forvet oynatmayı tercih eder. Yani savunma arkasına koşacak ve daha çok topa tek dokunuş yapacak bir isim. Bu denklemde Şenol Hoca’nın bir sürpriz yaparak Gökhan Töre ve Quaresma’yı bir arada kullanmama ihtimalinin yüksek olduğunu tahmin ediyorum. Beşiktaş’ın sol kanadında Q7 yerine sıklıkla Olcay’ı izleme ihtimalimiz bence yüksek.

Forvette ise Demba Ba’nın iyi bir bonservis sonrası gönderilmesinin ardından kafalarda oluşan soru işaretleri, Mario Gomez transferiyle son buldu. Gomez sakatlık yaşamadığı sürece gerçekten Beşiktaş ve Şenol Güneş için biçilmiş bir kaftan. Bu sezon yüksek gol rakamlarına ulaşacağını tahmin ediyorum. Beşiktaş burada alabileceği en doğru isimlerden birini aldı. Onu yedekleyecek isimler ise Cenk Tosun, Mustafa Pektemek ve Ömer Şişmanoğlu. Cenk Tosun bu sistemde alternatif olacak en doğru isim. Pektemek’in bu sezon pek forma bulabileceğini zannetmiyorum. Bulduğunda da etkili olması çok zor gözüküyor. Şişmanoğlu ise kiralık olarak gönderilecektir.



Tüm bunların ışığında değerlendirirsek, Beşiktaş’ın süregelen kale ve savunma problemlerinin devam edeceği ortada. Ancak bu kez bu zaaf o kadar da önemli değil. Çünkü Şenol Güneş zaten prensip olarak savunmada bu riskleri alan ve bu zaafların sonucunda yenebilecek golleri göze alan bir teknik direktördür. Onun için önemli olan hücum planlarının işlemesi ve çok sayıda gol atmaktır. Bu kadro gerçekten bu düşünceye çok uygun gözüküyor. Bu sezon çok gol atan bir Beşiktaş izleyeceğimiz kesin. Eğer kritik oyuncular sakatlık problemleri yaşamaz ve orta sahaya doğru bir transfer gerçekleştirilirse Beşiktaş’ın şampiyonluk için en az Fenerbahçe kadar iddialı olduğunu düşünüyorum. Stadın bitmemiş olması ise hala bir handikap olarak dursa da, oyuncular bu duruma artık alıştı, büyük bir sıkıntı yaşatacağını düşünmüyorum.

30 Temmuz 2015 Perşembe

Yeni Fenerbahçe

Önceki sezonu son haftalarda havlu atarak tamamladıktan sonra büyük bir kabuk değiştirme operasyonu geçirildi. Adeta bambaşka bir takım ortaya çıktı bu transfer harekatının sonucunda. Şimdi önce transferleri sonra da yaz hazırlık maçlarındaki performanslarını değerlendirmek istiyorum.



Gidenler:  Selçuk Şahin, Pierre Webo, Egemen Korkmaz, Emmanuel Emenike, Emre Belözoğlu, Bekir İrtegün, Mert Günok, Dirk Kuyt.

Gelenler:  Robin van Persie, Nani, Josef de Souza, Fabiano Ribeiro, Abdoulaye Ba, Fernandao, Şener Özbayraklı,  Simon Kjaer.     



İsim isim bakıldığında ligin yerel ya da artık yerelleşmiş "kaşar" oyuncularıyla yollar ayrılarak, yerlerine profilleri dünya çapında olan isimler getirildi. Peki bu oyuncular isimleri kadar etki yapabilecek mi?



Herkesin aklındaki soru işareti bu olsa gerek. Öncelikle kale bölgesinde Fabiano transferi Volkan'ı motive etmeye yönelik bir hamle gibi duruyor. Bu hamle şu ana dek başarılı da oldu; Volkan'ı zayıflamış ve çok çalışkan gördük.

Sağ bekte sezon içinde çok kez sakatlık problemi yaşayan Gökhan ile yarışabilecek yegane Türk olan Şener geldi. Bu da çok olumlu bir transfer olarak karşımızda duruyor.

Stoper bölgesinde ise Fenerbahçe'nin yeni rotasyonu Kjaer, Alves, Ba ve Kadlec'ten kuruldu. Bana kalırsa bu bölgenin planlamasında bir hata yapıldı. Kjaer ve Alves kule stoper olarak tabir edebileceğimiz, ayaklarına da nispeten hakim olan ancak geniş alanda büyük problem yaşayan birbirine çok benzer iki stoper. Günümüz futbolunda yan yana iki kule oynatan Avrupa takımı ise yok denecek kadar az. Bu iki ismi birbirinin alternatifi olarak da düşünemeyiz çünkü bu kez diğer stoper Kadlec veya Ba'dan biri olmalı. Ancak bu iki oyuncu da kalite olarak diğer ikiliden çok geride olduğu kadar, oynadıklarında Kjaer ve Alves'in açıklarını kapatabilecek özellikte değiller. Bu stoper rotasyonunun Avrupa'da ve ligin sıkı deplasmanlarında Fenerbahçe'ye sıkıntı yaşatması çok olası gözüküyor.

Sol bek rotasyonunda geçtiğimiz sezondan değişen bir şey yok. Bana kalırsa Caner ve Hasan Ali zaten bu bölge için yeterli ve doğru bir ikili.

Orta sahanın ortası ise Fenerbahçe'nin doğru planlayamadığı en önemli bölge olarak karşımıza çıkıyor. Bu bölgedeki oyuncular Topal, Meireles, Josef de Souza, Alper, Holmen ve Uygar. Bu rotasyonda Topal'ın yeri kesin gibi. Ancak Pereira onun yanında oynatacağı isim ya da isimleri belirlerken sıkıntı yaşayacak. Çünkü bu kalan isimler ya yetersiz ya da tek yönlü oyuncular. Çift yönlü diyebileceğimiz tek isim Meireles olarak gözüküyor ancak onun da sakatlık ve istikrar problemleri herkesin malumu. Nitekim onun bu sezonda göstereceği performans Fenerbahçe'nin de ligde ve Avrupa'daki yeri adına belirleyici olacaktır. Josef de Souza 8m€ gibi ekstra bir bonservis ile getirildi. Ancak görünen o ki o da Fenerbahçe'nin bu yarasına merhem olabilecek özellikte bir isim değil. Oyun görüşü ve top kesme becerisi olarak  iyi sinyaller verse de daha çok Mehmet Topal'a alternatif olma konusunda katkı verebileceğini düşünüyorum. Alper pozisyon bilgisi konusunda yaşadığı zafiyetler sebebiyle zaten iki sezondur Fenerbahçe'de, buraya transfer yapmasını sağlayan göbek bölgesinde değil kanat bölgesinde kullanılıyor. Bu durum bu sezonda da sürecektir diye düşünüyorum, Alper sol açık bölgesindeki rotasyona dahil olur. Holmen zaten yetersiz görünüyor ve gönderilecektir. Uygar ise hazırlık maçlarında iki yönlü oyunuyla ümit verdi ancak tabi ki oldukça yetersiz. O da muhtemelen kiralanacaktır. Yani bakıldığında Fenerbahçe'nin en önemli problemi burada. Eğer buraya bir transfer gerçekleşmezse bu bölgenin Fener'in başına iş açacağı da gün gibi ortada.

Kanat rotasyonunda, asıl mevkisi kanat olan isimler sadece Nani, Stoch ve Krasic. Ancak Sow, Alper, Mehmet Topuz ve hatta Diego isimleri kanat bölgesinde kullanıldı. Burada da bir kafa karışıklığı olduğu kesin. Krasic zaten gidecektir. Stoch'un da kalabilecek, kalsa bile katkı verebilecek bir durumda olmadığı gözüküyor. Yani bu pozisyonda da bir transfer ihtiyacı açıkça gözüküyor. Nani sağ kanatta formasını kaptırmayacaktır. Ancak orta alandaki sıkıntı da düşünülürse, diğer kanada orta saha özellikleri de olan bir kanat oyuncusu şart gibi duruyor. Şimdilik en büyük alternatif Alper Potuk.

Forvet pozisyonu Fenerbahçe'nin en zengin ve bence fark yaratacak bölgesi. Robin van Persie zaten sadece ismiyle bile rakiplere korku salıyor. Ancak o bile formasını kaptırmamak için çok çalışmak zorunda çünkü onun hemen arkasında bekleyen isim, ligimizin son gol kralı Fernandao olacak. Hatta Moussa Sow da (eğer gitmezse) asıl mevkisi olan bu bölgede sürpriz bir alternatif olarak karşımıza çıkabilir. Fenerbahçe bu bölgede gerçekten rakiplerine kıyasla çok güçlü.




Bu doğrultuda, oynanan hazırlık maçları ve nihayetindeki Shakthar maçında izlediğimiz performanslar beni yanıltmadı. Pereira, Sow ve Fernandao'yu olabildiğince bir arada kullanmaya çalıştı. Yani elindeki güçlü kartın hangisi olduğunun farkında. Ancak onun için de sürpriz olan bana kalırsa Diego'nun performansı oldu. Belki de kafasındaki planların değişmesine sebep olacak Diego. Pereira adeta ona bir yer arıyor. Forvet arkasında (yani en verimli olduğu yerde) oynattığı zaman, etrafındaki oyuncular ile bağlantı problemleri yaşıyor. Sol açıkta da denedi onu Hoca ancak tabi ki Diego git-gel yapabilecek bir oyuncu değil. Bunun dışında da stoperler ile kale ve stoperler ile orta saha arasında anlaşmazlıklar çok kez yaşandı. Bu uyumsuz tipte oyuncuların bir arada oynamasından kaynaklanıyor olsa da oyuncular birlikte oynamaya alışacaktır. Böylece bu problemler nispeten azalabilir. 




Tüm bu değerlendirmenin sonunda baktığımızda, Fenerbahçe'nin bazı bölgeleri çok güçlü alternatiflerle oldukça hazır ve korkutucu gözüküyor. Ancak bir o kadar da eksik ve adeta sıfır alternatife sahip olunan bölgeler mevcut. Bu sebeple özellikle ligin ilk haftalarında takım dengesini kurabilmenin Pereira adına çok zor olacağını düşünüyorum. Portekizli Hoca eğer eksikliklerinin farkında ve  bu eksiklerini hep birlikte kapatan bir takım oluşturabilirse bu sezon çok etkili bir Fenerbahçe izleyeceğimiz kesin. Ancak bu sistemi kurmanın ne denli zor olduğu da ortada. Bakalım Pereira bu Yeni Fenerbahçe'yi gerçek bir takım yapabilecek mi?



Shakthar ile deplasmanda oynanacak maç için konuşacak olursak, Fenerbahçe'nin İstanbul'da başladığı 11 ile başlaması bana kalırsa kendi ayağına sıkmak olacaktır. İlk maçta hücum hattında kullanılan Diego-Nani-Sow-Fernandao dörtlüsünden birini yanında oturtmalı Pereira. Çünkü bu dört oyuncu da savunma katkısı veremeyen isimler. Eğer Ukrayna'da bir Shakthar maçı oynayacaksanız bu almak istemeyeceğiniz bir risktir. Burada öncelikli planın savunmada sağlam durarak gol yememek ve baskıyı her geçen dakika rakibe daha fazla hissettirmek suretiyle onları hataya zorlamak olması gerektiğini düşünüyorum. Eğer bana sorarsanız benim yanımda oturtacağım oyuncu Sow olurdu. Sol kanatta Hasan Ali-Caner ikilisi arkalı önlü değerlendirilerek, Diego forvet arkası pozisyonunda oyunu açma görevini üstlenir ve Nani'ye bire bir oynayacak bir çok pozisyon yaratılmış olur. Fernandao ise takımın baskı yediği dakikalarda rakip savunmayı hırpalayıp top tutacak ve takıma nefes aldıracaktır.




Not: Benzer değerlendirme yazılarını Galatasaray, Beşiktaş ve diğer bazı takımlar için de yazacağım. İlk önce Fenerbahçe'yi yazmamın sebebi takımını en erken tamamlayan ve ilk resmi maçına en erken çıkan ekip olmasından kaynaklanıyor.

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Algı Yönetmek

Herkesin şampiyonluktan da kupadan da umudunu kestiği bir yılda, sezonu iki kupa ile kapamış bir Galatasaray’ın önündeki yaz mevsimini nasıl bir ruh haliyle geçirmesini beklerdiniz? Normal şartlar altında mutlu, coşkulu, umutlu! Ancak öyle mi oldu? Tabi ki hayır :) Peki daha 1 ay önce iki kupanın coşkusunu yaşayan yönetim ile teknik direktörün bu kadar kısa zamanda, taraftarlar nezdinde şimdiden kredisini tüketmiş olmasının sebebi ne olabilir?


Bana sorarsanız, salim kafa ile düşünüldüğünde ortada bunca yaygarayı koparacak net bir sebep yok. Fakat ayrıntıları hesaba kattığımızda yapılan idari acemiliklerin camiayı bir ayda bu hale getirdiğini görüyoruz. Kendimce bu, bardağı damla damla taşıran sebepleri sıraladım.

  • Fazlasıyla açıklama yapan, yaptıkça çelişen idareciler.


Bu idarecilerden kastım aslında genel olarak üç kişiden ibaret: Başkan Dursun Özbek, Futbolun Patronu Cüneyt Tanman ve Teknik Patron Hamza Hamzaoğlu. Bu üç isim de özellikle kupaların alınmasının ardından adeta her buldukları mikrofona yapışarak birçok açıklama yapıyorlar. Bu kadar fazla açıklama yapınca da, karşılaştıkları sorular karşısında dönem dönem çelişkiye düşmeleri kaçınılmaz oluyor.


Bir takımın mali durumu aslına bakarsanız taraftarı pek de ilgilendirmez. İlgilendirmemelidir de zaten. Ancak bununla ilgilenmek ve bunu hesaba katmak durumunda olan yöneticiler, kulübün mali sıkıntılarını taraftarın beklentileriyle ortak bir yola sokmak zorundadır. Yani, başkan kulübün maddi sıkıntılarını en yakından bilen ve önündeki transfer planlamasını da buna göre dizayn etmesi gereken bir numaralı yetkili. Ancak şampiyonluk kutlamasının yapıldığı gece çıkıp da Ibrahimoviç’in transferi hakkında demeçler verebiliyor! Yahu aklı çalışan bir insan senelik kazancı 15m€’ya ulaşan bir oyuncuyu Galatasaray’a getiremeyeceğini bilir. En fazla da kulübün başkanı bunu bilir. Ama çıkıp böyle bir açıklama yaparak taraftarın beklentilerini durduk yere akıl almayacak seviyelere çekiyor.  Bundan birkaç hafta sonra da Cüneyt Tanman böyle maliyetli transferlerin yapılamayacağını açıklamaya çalışıyor. “E daha iki hafta önce Ibra geliyordu?!” diye sormazlar mı adama? Bunun üzerine ezeli rakip yıldız transferleri patlatınca başkan tekrar çıkıyor, tekrar yıldızların müjdesini veriyor, hem de tarih vererek! Tarih geliyor geçiyor tabi. Doğal olarak “hani yıldızlar?” diye sorulunca Tanman yine hatırlatıyor: maliyetler çok yüksek. Haydaaaa!!! İyi polis, kötü polis oyununu oynamak insanları yönlendirmek için aslında fena bir yöntem değildir. Bizimkiler sanırım bunun peşinde ama bu konuda öyle beceriksizler ki, ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Hala da bu seri ve çelişkili demeçler basına verilmeye devam ediyor.

  • Galatasaray’ın evlatları!

Önceki yıllarda, yerli oyunculara uçuk kontratlar yapıldı. Ucube yabancı kısıtlaması kuralı, bu kontratların eleştirilmesinin önündeki duvar oluyordu. Ancak bu sene bu ucube kuraldan kurtulduk. Tam artık ücretler doğal seviyelerine düşecek derken, sözleşmesi uzatılan Sabri’ye %50’den fazla zam yapıldığını öğrendik! Sabri’nin, geçirdiği iyi sezondan sonra takımda kalmasından doğal bir şey olamaz. Normal bir ücretle imzalaması da eleştiri değil, övgü alır. Ama sen gidip 32 yaşındaki Sabri’ye 1.8m€ garanti para üzerinden yeni sözleşme yaparsan, taraftar da seni sonuna kadar eleştirir! Sebebini sorgulamak da en doğal hakkıdır! Neden? Çünkü, Galatasaray’ın evladı! Bu açıklamalar camia ile dalga geçmektir, başka bir şey değil. Kimse Sabri bedavaya oynasın demiyor zaten, hak ettiği, bir Avrupa ekibinden alacağı yıllık ücret ne ise onu alsın, kimse gık demeyecek ki. Siz bu zammı yaptığınız zaman, Tanman'ın "Maxi Pereira, Sabri'den çok da iyi bir oyuncu değil." şeklindeki açıklaması taraftara batar! Halbuki 2-3 milyon Avro imza parası ve yıllık en az 2,5m€'luk sabit ücrete mal olacaktır 31 yaşındaki Maxi. Tabi ki Sabri'den üst seviyede, bir Şampiyonlar Ligi oyuncusudur ancak gerçekten de (UEFA yakamızdayken) bunca büyük meblağları bu oyuncuya feda etmek pek de akıl karı değildir.

Benzer mevzu Aydın için de geçerli. Son 10 sezonda toplam bir sezonluk maç oynamamış torpilli evlat Aydın’ın en sonunda sözleşmesi bitiyor derken; Hamza Hoca garip bir açıklama yapıyor. “Aydın ile sözleşme uzatıp, kiralık göndererek faydalanacağız.” Nasıl yani?! Sözleşme uzatacağız, kiralık olarak gidecek, müthiş bir sezon geçirecek, Avrupa’nın devleri peşine düşecek ve biz de bonservisinden gelir mi elde edeceğiz? Gerçekten müthiş plan :) Hamza Hoca hiç de gereği yokken bu açıklamayı yapmasa, ortada mesele olmayacak. Ama çıkıyor bu saçma demeci veriyor. Sonrasında büyük bir tepki tabi ki. Sabri ile kızgın olan taraftar, Aydın ile iyice kabarınca geri adım atmak durumunda kalıyor idarecilerimiz. Aydın serbest kalıyor.

  •  Yanlış zaman yanlış insan transferleri

Galatasaray'ın şu ana kadar sonuçlandırdığı dört adet transfer var: Bilal Kısa, Lukas Podolski, Jem Paul Karacan ve Lionel Carole. Podolski'yi bir tarafa bıraktığımızda, diğer üç isim de Galatasaray'ın zaten dolu olan bölgelerine yapılan transferler. Baktığınız zaman şu anda Galatasaray ilk on birinin transfere ihtiyaç duyan bölgeleri öncelikle bir sağ bek, bir sağ açık ve bir forvet. Melo'nun durumuna bağlı olarak da bir orta saha oyuncusu. Ancak bu orta saha bölgesi transfere ihtiyaç olmasına rağmen takımın oyuncu yoğunluğu en yüksek pozisyonu. Halihazırda kontratı devam eden 8 futbolcusu var takımın bu bölgede (Selçuk, Melo, Hamit, Yekta, Dzemaili, Furkan Özçal, Umut Gündoğan ve Oğuzhan Kayar). Bunun dışında alt yapıdan yükselmesi beklenen Birhan Vatansever ve zaman zaman bu bölgede kullanılan Emre Çolak'ı da dahil edebiliriz. İsimlere baktığımız zaman bu 8 oyuncudan Selçuk ve Hamit haricindekilerin önümüzdeki günlerde takımdan ayrılması kuvvetle muhtemel. Yani aslında Bilal ve Jem, bu oyuncular ayrıldıktan sonra, takım için ileride önemli alternatifler haline gelebilir. Ayrıca kamuoyundaki algının aksine düşük bedellerle kontrat yapılan oyuncular. Ancak bu transferler öyle yanlış zamanlamayla açıklanıyor ki, taraftar da doğal olarak eleştiri yağmuruna tutuyor. Belki bu oyuncular vereceği katkıyı da bu sebeple veremeyecekler. Oysa ki bu transferler 6 oyuncu ayrıldıktan sonra  yapılsa; bedelsiz olmaları ve alt sınırdaki maaşlarıyla takdir bile toplayacaktı! Zaten Hamza Hoca'nın Dzemaili ve Yekta dışındakileri kampa götürmesinin de gösterişten başka bir şey olduğunu düşünmüyorum. Önümüzdeki sezon Umut Gündoğan ya da Furkan'ın bu kadroda olmayacağı aşikar.

  •  Yapılamayan transferler

İşte zaten kalabalık olan bölgeye iki transfer yapılmasına rağmen, acil ihtiyaç bölgelerinde tık olmaması tepkinin önemli sebeplerinden. Geçen yıl Şampiyonlar Ligi'nde ağır şekilde eksikliğini hissettiğimiz sağ bek, sağ açık ve orta saha hamleleri ise henüz yapılabilmiş değil. Yönetim bu konuda takviyelerin yapılacağına taraftarı ikna edebilmiş de değil! Çünkü yine Hamzaoğlu ve Tanman çıkıp sağ bek için de orta saha için de kadronun içinden çözümler üretmeyi düşündüklerine dair açıklamalar yapıyor. Melo kadroda tutulsa dahi, o bölgeye iyi bir isim gerektiği ortadayken, Melo'nun ayrılması ihtimalinde bile o pozisyona çözümün kadro içinden bulunabileceği düşüncesi, tabi ki taraftarı korkutuyor. Bu da büyük bir tepkiye yol açıyor.

  •  İsmi geçen oyuncular

Bu eksik noktalarda, Şampiyonlar Ligi'nde başarı isteyen taraftarlar tabi ki yüksek profilli isimler duymak istiyor. Ancak Oumar Niasse, Güray Vural, Sigþórsson gibi büyük takım tecrübesi olmayan oyuncuların, idareciler tarafından resmen transfer hedefi olarak açıklanması yıldız isteyen taraftarın umutlarını kırıyor, sabrını taşırıyor. Gerçekten de Türk taraftarının sabrı fena halde çabuk taşar. Umarım yönetim ve hoca bu gerçekle yüzleşmek zorunda kalmadan durumun farkına varır.


  •     Fenerbahçe'nin transfer atağı

İçeride bunlar yaşanırken, Boğaz'ın karşı kıyısında çok büyük bir kabuk değiştirme operasyonuna giden rakibiniz duruyor. 10'a yakın yaşlı oyuncusu ile yolları ayırmış, yerlerine daha genç ve iyilerini getirmiş. Bu oyuncular arasında Nani ve Van Persie gibi top class oyuncular da olunca, toplum algısı tabi ki Fenerbahçe lehine değişiyor. İki kupa, dört yıldıza rağmen, Galatasaray gölgede kalarak eleştiri yağmuruna tutuluyor. 
Fenerbahçe'nin yaptığı onca transferde, verdiği ücretleri açıklamaması da bence kritik bir nokta. Galatasaray da Fenerbahçe de birer anonim şirket. Galatasaray taahhüt ettiği tüm ücretleri kuruşu kuruşuna açıklarken, bu sebeple büyük tepkilerle karşılaşıyor. Fenerbahçe ise oldukça pahalı oyuncuları Türkiye'ye getirip, bunu hangi rakamlarla başardığını kamuoyundan saklı tutuyor. 
Burada Fenerbahçe'nin yöntemini algı yönetimi açısından çok doğru buluyorum. Ancak bu gizliliğin nasıl bir yaptırımı olduğunu da merak ediyorum. Çünkü Galatasaray bu maliyetleri kamuoyuna açıklayarak çoğu zaman kendi ayağına kurşun sıkıyor.



İşte bu temel sebepler bugün Galatasaray yönetimi ve teknik direktörünü daha sezonun başlamasına bir ay kala oldukça yıprattı. Bu süreçte Galatasaraylı idarecilerin transfer bitirmek konusunda olduğu kadar, algı yönetmek konusunda da beceriksiz olduğu ortada. Oysa ki bu süreç daha sakin ve akıllı bir şekilde yönetilmiş olsaydı, Ağustos sonunda yapılması muhtemel takviyeler sonucunda oluşacak kadroda; Sabri de, Carole da, Bilal de, Jem de taraftarın olumlu bir gözle baktığı transferler haline gelebilirdi. Şimdi ise en az iki büyük transfer yapmadığı takdirde bu idarecilerin taraftarların çoğunluğuyla barışmasını çok zor bir ihtimal olarak görüyorum. Daha önce de yazdığım gibi Galatasaray taraftarı için asıl zor ve önemli olan, dipteki bir takıma, kaybedecek hiçbir şey yokken gelen teknik direktöre güvenmek değildir; Türkiye'de sezonu double yaparak bitirmiş hocaya güvenmektir. Bunun tüm Galatasaray camiası adına doğru olan davranış şekli olduğunu düşünüyorum. Ancak bu süreçte tek suçlunun taraftar olmadığını da açıklamaya çalıştım. Gelinen süreçte Hamza Hoca ve yönetimin yanlışları da fazla. Umuyorum bundan sonra her iki taraf da doğru adımlar atarak yine aynı hedeflere giden yolda buluşacaktır. 


Not: Bu yazıda bahsettiğim mali problemleri daha analitik bir şekilde kavrayabilmek adına Volkan Yılmaz'ın bu yazısını okumanızda fayda var. 

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Gracias!

Sene 2006. Galatasaray, her sezon yeni bir yıldızı Kadıköy’e getiren  Fenerbahçe’nin adeta baskısı altında. Boğaz’ın karşı kıyısı dünya yıldızlarıyla süslenirken, Avrupa yakasında mali krizler içinde bir sessizlik... Dönemin yönetimi ise olmuş yıldızları getiremediği için, doğal olarak potansiyel yıldızlar peşinde. Bir önceki sezon keşfedilen Ribery ise elden kaçmış, safça... Arjantin’de, alt yaş milli takımlarda kaptanlık yapa yapa yükselen bir genç var. Arjantin için M.Ö.* son dönemin potansiyel starlarından. 2003’teki 20 Yaş Altı Dünya Şampiyonası’nda da giymiş formayı bu genç, başarılı da olmuş. Estudiantes formasıyla Avrupalı takımların dikkatini çoktan çekmiş tabi. Galatasaray da peşinden koşuyor bu gencin. Türkiye’ye gelecek, kendini geliştirecek ve bir dünya yıldızı olacak! Bu ümitle, kaz gelecek yerden tavuğu esirgemiyor tabi yönetim, bastırıyor 5 milyon $’ı, yıldız adayına giydiriyor parçalı formayı. Taraftar da bulabildiği kadarıyla videolarını izliyor bu genç yıldız adayının. Videolarda gerçekten de bir star var, hele Arjantin Genç Milli takımlarında yaptığı çalımlar, gönderdiği asistler, attığı goller süper! Herkes çok ümitli bu çocuktan. Geliyor memlekete, bakıyoruz ki biraz çelimsiz, bizim ligdeki kasap defanslarla nasıl mücadele edecek diye bir soru takılıyor aklımıza. Ancak olsun, çalışır güçlenir nasıl olsa diyoruz, umutluyuz hala. Olacak bu çocuk!


*Messi'den Önce.


______________________________________________________________________



Aynı sene. Önceki sezon alt yapıdan “meşhur” 87 jenerasyonundan ilk meyveler A takıma çıkarılmış. Alt yaş gruplarında şampiyonluklara ambargo koyan bu ekipten Cafercan Aksu, Özgürcan Özcan, Ferhat Öztorun, Uğur Uçar, Mülayim Erdem, Mehmet Güven ve Aydın Yılmaz hep birlikte Gerets’in kadrosuna yükseltilmiş. O da bu gençlerin arasında. Aslında top toplayıcılık yaptığı yıllarda kenardan hayranlıkla izlediği efsane Hagi, 2005 yılında teknik adam olarak bu meşhur jenerasyona  ve ona geniş kadrosunda yer vermişti. Ancak 2005-2006 sezonunu bu gençlerin asıl yükseldiği sezon olarak kabul etmeliyiz.  O sezon abilerinden pek sıra gelmemiş bir çoğuna doğal olarak. Takımın hücum hattında Ergün Penbe, Hasan Şaş, Ümit Karan, Necati Ateş, Hasan Kabze, İliç ve Kral Hakan Şükür gibi ağır toplar var! Genç Sabri de kendini göstermiş, fırsat geldikçe iyi performanslar gösteriyor. Sezonu şampiyon olarak tamamlıyor zaten Galatasaray. Gençlerden ise Aydın, zorlu bir Konya deplasmanında son dakikalarda  yedek kulübesinden oyuna girmiş, belki de şampiyonluğu getirecek kadar önemli, mükemmel bir gol atmıştı o sezon. Henüz 18’ine girmeden bütün Galatasaraylılar’a ezberletmişti ismini o golle Aydın. Ancak o, pek fırsat bulamamıştı A takımdaki ilk sezonunda. Gerets onu beğenmiş de olsa, yeterli bulmamıştı. Tecrübe kazanmalıydı. Devre arasında kiralık olarak göndermeyi önerdi. O da kendini göstermenin peşindeydi zaten, aklında “bir daha geri dönebilecek miyim” soruları vardı belki de ama kabul etti kiralık gitmeyi. Sezonun ikinci yarısını Manisaspor’da geçirecek olmak, sezon sonunda ona bir şampiyonluk madalyası kaybettirmişti ama belki de hayal bile edemediklerini kazandıracaktı.



Kiralık gittiği, dönemin Manisaspor’u Ersun Yanal liderliğinde çıkış yapmış flaş bir ekipti. Filip Holosko, Caner Erkin, Hakan Balta, Uğur İnceman, Selçuk İnan, Sinan Kaloğlu, Zelenka ve Meduna bu kadronun içinde olan oyunculardı. Ersun Yanal onu yarım sezon boyunca sağ bekte oynattı. Ama o, oynamayı en çok sevdiği sol açık pozisyonunun tam zıttı bir bölgede oynatıldığı için isyan etmedi, tersine kendini göstermek için daha çok çalıştı, güçlendi; yetenek yelpazesine defansif kabiliyetler de ekledi. Aldığı formayı geri vermedi. Bu kararlılık ona bir sonraki sezon Galatasaray’a dönüş bileti olacaktı.


_________________________________________________________________________

  

Arjantinli yıldız adayı beklentiler sonucu, yeni sezonun en merak edilen ismiydi. Ancak sezon başlangıcı Galatasaray için de, Arjantinli için de büyük bir hayal kırıklığı oldu. Bir önceki sezonun şampiyonu, sezona  ilk 5 haftada 8 puan kaybederek girdi. İlerleyen haftalarda da bir türlü istikrar yakalayamayan, üst üste galibiyet alamayan ekip sezonu düşe kalka götürüyordu. Genç Arjantinli ise forma şansı bulduğu dakikalarda adeta dökülüyor, oynadığı her dakika kendisinden çok umutlu olan taraftarları biraz daha hayal kırıklığına uğratıyordu. Aslında Türkiye Kupası’nda alt seviye ekiplere karşı fena performanslar göstermemişti. Ancak lig maçlarında deyim yerindeyse ayakta duramıyordu. Bu büyük hayal kırıklığına sebebiyet veren bu isim; Arjantin U-20 takımında Javier Mascherano, Zabaleta, Cavenaghi, Jose Sosa ve Carlos Tevez gibi isimlerin kaptanlığını yapmış olan Marcelo Adrian Carrusca’ydı. Carrusca, üç sezon daha Galatasaray’da kalacaktı. Ancak hiçbir zaman düzenli olarak forma giyemedi, takımın bankolarından olamadı. Kontratının son yıllarını ise deniz aşırı ülkelere kiralanarak geçirecekti.


Marcelo Adrian Carrusca


___________________________________________________________________________





Hayal kırıklıklarıyla geçen bu sezonun kötü sonla biten hikayeleri olduğu aşikardı. Lakin, hepimizin gönlüne umut ışıklarını saçacak masal gibi bir öykünün de başladığı sezon olacaktı 2006-2007 sezonu. Bu öykünün başrolünde ise Manisa’dan dönen 19 yaşında bir genç oynayacaktı: Arda Turan. Henüz sezonun başında Şampiyonlar Ligi ön elemesinde Mlada Boleslav'ı geçerken duyacaktık ismini ilk kez. Bu maçta yaptığı 2 gol, 1 de asist vardı. Ancak asıl önemli olan başka bir ayrıntıydı aslında; bizde 18-25 arası genç oyuncular, oynadıkları takımlardaki "abiler" tarafından defans yapmaları, risk almamaları, topu ayaklarından bir an önce ve en basit şekilde çıkartmaları öğütlenir. Arda ise öyle değildi. Bunu daha ilk fırsatında belli ediyordu. 19 yaşındaydı ama sorumluluk almaktan kaçmıyordu, çalım atmaktan korkmuyordu, güçlüydü; vücudunu kullanabiliyordu. Bu özellikler Türk futbolu için gerçekten de eşine zor rastlanır türden örneklerdir. Bizde genç oyuncular bu fiziksel ve mental özelliklerini ancak 25 yaşından sonra geliştirebilirler. Çünkü ne tribündeki fanatikler ne takımdaki abiler ne de kulübedeki gerici teknik adamlar bu çocukların hata yapmasına izin vermezler. Sorumluluk almasını istemediğiniz bir futbolcu doğal olarak hata da yapamaz. Hata yapma fırsatlarını 22-23 yaşlarından sonra bulabildikleri için bu hatalardan öğrenme aşaması da 25 yaşından sonraki dönemlere kayacaktır. Şu anda milli takımımızda oynayan Türkiye alt yapılı oyunculara bakarsanız, hepsinin optimum performanslarına 25 yaşından sonra ulaşabildiğini göreceksiniz.





Arda ise 19 yaşında takımın banko oyuncusu olmuş, 21 yaşında EURO 2008'de yarı final oynayan milli takımın yıldızı halini almıştı. Bana sorarsanız onun en büyük özelliği şuydu: A takımlara geçiş sürecinde tamamı bocalamış bir jenerasyonda, bunu başaran tek Türk oyuncuydu; fakat bunu etrafında iyi bir takım ve ona senelerce inanmış bir hoca ile birlikte yapmadı. Galatasaray tarihinin en kötü takımlarından birinde, toplamda 8 farklı teknik direktör ile çalışarak gelişimini devam ettirmişti! Hatta Galatasaray'ın bu karanlık yıllarında parlayan nadir ışıklardandı. Onun bazı imza hareketleri vardır. Mesela sağ ayaklı bir oyuncu olmasına rağmen sol kanatta daha efektif olur, çünkü zıt ayağıyla topu tersine doğru çekerek rakibini çok kolay eksiltebilir. Ya da çizgiye indiği pozisyonlarda telaşla gelişigüzel bir orta kesmez, mutlaka topu çeker ve arkasından gelen savunmacıyı yerde kayarak uzaklaşırken görürsünüz. Geniş kalçalarını avantaja çevirmiştir; vücudunu yere yaklaştırarak top ile rakip arasına kalçasını koyar, bu hamlesi onu şimdilerde dünyanın en iyi top saklayan birkaç oyuncusundan biri yapmıştır. Savunmada da şimdi ben anlatırken gözünüzde canlanacak bir hamlesi vardı. İlk zamanlarda ağır bir oyuncu olduğu için çalımı bir kez yediği zaman geri dönüşü olmaz ve oyundan kopardı. Ancak o akıllı bir oyuncu, bu problemi şöyle çözer; karşıdan gelen rakibini onun gitmesini istediği tarafı açık bırakarak oraya yönlendirir, rakibi tam çalımı attığını düşündüğü sırada gafil avlanmıştır. Çünkü Arda o boşluğu bilerek açmış ve bir sonraki hamleyi çoktan yaparak, sliding tackle ile topu rakibinden tereyağından kıl çeker gibi kazanmıştır bile. İşte bu gibi ayrıntılar onu yeşil sahada farklılaştırıyordu. 22 yaşında kaptanlık pazubentini takmış, Hagi'nin 10 numarasını sırtına geçirmişti. Ancak Türkiye'de geçirdiği her geçen gün popülerliği artıyor ve magazinin yıprattığı, sözde spor yorumcularının onu röportaj verirken ağlatacak kadar ağır yorumları ile bezdirdiği bir ortam içinde hapsolmuş oluyordu.




Galatasaray'dan ayrılış sürecinin nihayetindeki Atletico Madrid yılları için zaten söylenebilecek pek söz yok. Şansının da ona biraz yardımı oldu ve kader onu Diego Simeone ile bir araya getirdi. Simeone'nin takımı ile her şeyi kazandılar. O da kendini geliştirmeye devam etti. Fiziğini düzeltti, kilo verdi. Koşu mesafelerini  ve devamlılığını artırdı. İlk Atletico sezonunda 60-70 dakika dayanabilen Arda  haftada iki maçı en yüksek tempoda 90'ar dakika çıkarabilecek seviyeye geldi. Bu geçen 4 yılın sonunda iyiden iyiye farklılaşmış, elit futbolcu sınıfına ulaşmış biri haline geldi. Avrupalı futbolcular arasında Gattuso gibi hırslı ve yürekli oyuncular karşısında  Pirlo, Deco gibi aklıyla oynayan yönetmen oyuncular ile karşılaşabilirsiniz. Ancak Arda bu iki ekolün bir karışımı gibi bir hale geldi. Hırsından topu ısıran, hakeme krampon fırlatan Arda ile sahanın köşesinde İniesta ve Pique tarafından sıkıştırılmışken topuğuyla Pique'ye bacak arası çalımı atan Arda aynı oyuncuydu! Belki de onu bugünlerine getiren sihir; dar Bayrampaşa sokaklarında topu kapmak için savaşan çocuk ile Vicente Calderon'da İspanya Ligi şampiyonunun saha içi yönetmeni olan adamın tek bir kişide birleşmiş olmasıdır.





Bugün o Arjantinli Marcelo Carrusca Avustralya'da Adelaide United forması giyiyor. Bizim Arda ise bir Copa Del Rey, bir La Liga, bir İspanya Süper Kupası, bir UEFA Kupası ve bir de UEFA Süper Kupası kazandığı Atletico Madrid'den ayrılarak Barcelona'ya 41m€ gibi inanılmaz bir bedelle transfer oldu. Bakın Barcelona'ya transfer olmak diğer tüm elit sınıf takımlara transfer olmaktan daha zordur. Çünkü Katalan ekibinin tarihi gelenekleri gereği La Masia'dan yetişen alt yapı oyuncuları transfere pek de ihtiyaç bırakmaz. İşte bu sebeple Barça sadece çok büyük yıldızları transfer eder. Hele ki hücum oyuncusuysanız, Barça'ya transfer olmak sizin için ancak uçuk bir hayal olabilir. Son 10 yılda Barça'nın hücuma yaptığı transferler şu şekilde:

  • ·         Ronaldinho       
  • ·         Samuel Eto'o
  • ·         Javier Saviola
  • ·         Thierry Henry
  • ·         Zlatan Ibrahimoviç
  • ·         David Villa
  • ·         Cesc Fabregas
  • ·         Neymar Jr
  • ·         Luis Suarez




İşte Arda Turan bu isimlerin altına yazdırdı adını. Hem de Barcelona tarihinin en pahalı 4. transferi olma unvanıyla. Bu bir Türk futbolcusunun tarih boyunca gelip gelebileceği belki de en üst noktadır. Hepimizin gururu olan Arda, başarılarına devam da edecektir. Umuyorum ve tahmin ediyorum ki Barcelona'da da çok sevilecek, önceki kulüplerinde olduğu gibi Barça tarihine de adını yazdıracaktır.
Ufkumuzu böylesine genişlettiği için tüm Türk futbolseverler olarak ona bir teşekkür borçluyuz.



5 Temmuz 2015 Pazar

Nani mi Poldi mi?

Özellikle Galatasaray'ın yeni stadını tamamlamasıyla, birbirine yakınlaşan gelirler sonucunda, kış aylarında yaşanan şampiyonluk yarışının yanına bir de yaz aylarındaki transfer yarışı eklendi.  Galatasaray ve Fenerbahçe artık yaz günlerinde de bir rekabetin içindeler, ancak saha dışında.

Bunun son örneğini de bugünlerde yaşıyoruz. Fenerbahçe'nin Nani hamlesinin ardından Galatasaray da Podolski ile imzaladı. Bu iki yıldız da önümüzdeki sezon Türkiye Ligi'nde mücadele edecek. Peki hangisi daha iyi, Nani mi Poldi mi?

Böyle bir karşılaştırma yapabilmek için sahip olmamız gereken ön şartlardan en önemlisi maalesef eksik. Bu iki oyuncu da hücum oyuncuları olmalarına rağmen elma ile armut gibiler! Birbirinden çok farklı tipte oyuncular. Bu yüzden hangisi daha iyi babında bir karşılaştırma yapmak yersiz ve mantıksız olacaktır. İyisi mi bunu yapmayalım, hangi oyuncunun yeni takımına daha fazla katkı verebileceği üzerine kafa yoralım.



Luis Carlos Almeida da Cunha Nani

Fenerbahçe'nin geçtiğimiz sezon, üzerine Diego'yu da eklediği şampiyon kadrosuyla, bir çok kriz yaşayan rakibine şampiyonluğu kaybetmesinin en önemli sebeplerinden biri,  kendi ceza sahasına çok adamla kapanan takımlara karşı bir türlü çözüm üretememiş olmasıydı. Fenerbahçe geride bıraktığımız sezonda Akhisar Bld., Eskişehirspor, Konyaspor, Başakşehirspor gibi takımlara karşı puan kayıpları yaşamıştı. Bunlar hep ceza sahasına çok adamla kapanan ve hızlı oyuncularıyla kontra ataklar üreten takımlar. Ayrıca Trabzonspor'un da Fenerbahçe maçlarında benimsediği oyun anlayışı bu şekildeydi hatırlayacaksınız ve iki maç da berabere sonuçlanmıştı. Peki bunun sebebi neydi?


Sow, Emenike, Webo ve Kuyt geçtiğimiz sezon Fenerbahçe'nin hücum hattını oluşturuyordu. Bu oyuncular bireysel yetenekleriyle adam eksilterek rakip savunmanın dengesini bozabilecek tarzda isimler değil. Diego da fiziksel ve mental eksiklikleri sebebiyle takımın bu açığını kapatacak performansa ulaşamamıştı. Bu da Fenerbahçe'nin yukarıda bahsettiğim problemleri yaşamasına sebep olmuştu. Fenerbahçe bu tarzda sıkışan maçlarda oyunu genişletebilen orta alan oyuncularına sahip olmasına rağmen Caner ve Gökhan'ın ceza sahasına gönderdiği ortalar dışında hiç bir hücum çeşitliliği gösteremiyordu. Kanatlarda topla buluştuktan sonra bire birde adam eksilterek doğrudan gole ve asiste gidebilecek bir oyuncunun eksikliği gün gibi ortadaydı.





İşte bu eksiklik sebebiyle Luis Nani'nin Fenerbahçe için biçilmiş bir kaftan olduğunu düşünüyorum. Nani en iyi yıllarını 2009-2011 döneminde Sir Alex Ferguson yönetimindeki Manchester United'ta geçirdikten sonra kariyerinde dikey bir düşüşe geçti. İngiltere'deki son sezonunu da sakatlıklarla geçirdikten sonra geçtiğimiz sezon doğduğu yer olan Sporting Lisbon'a döndü ve yeniden ayağa kalktı. Portekizli yıldız 35'ten fazla maça çıktı ve toplamda 12 gol 8 asistlik bir istatistik ile sezonu tamamladı. Yani yeniden eski günlere dönüş sinyalleri verdiğini söyleyebiliriz. Henüz 28 yaşında bir oyuncu için yeniden performansının zirvesine çıkmak hiç de uzak bir ihtimal değil. Oyuncu profilinin çok yüksek olduğundan da bahsetmemiz gerekiyor. Banko oynadığı bir sezonda Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırmış bir oyuncudan bahsediyoruz. Fenerbahçe'nin bu profildeki oyuncu eksikliğini de giderecektir. Soru işaretleri neler olabilir derseniz, o konuda da söylenecek bir kaç şey var. Öncelikle Fenerbahçeliler bir çok pozisyonda "yahu vur artık daha niye oyalıyorsun topu!" tepkisi vermeye hazır olsunlar. Çünkü topu ayağında tutmayı çok seven bir oyuncu Nani. Bunun yanında Portekiz Ligi ligimize göre oldukça yumuşak ve gole ulaşmanın daha rahat olduğu bir lig. Geçen sezonki gol sayısına bu sezon ulaşamazsa şaşırmamalıyız. Nitekim ligimize ve sertliklerine alışması zaman alabilir, belki de ilk planda sabır göstermesi gerekecek Fenerbahçe taraftarının Nani'ye. Ancak son tahlilde Nani'nin çok faydalı olacağını düşünüyorum. Transfer puanım da şu şekilde:

Takımın ihtiyacı / Oyuncunun özellikleri                         =             9/10
Oyuncu profili (Repütasyonu)                                           =             9/10
Oyuncu yaşı                                                                         =             9/10
Fiyat*                                                                                    =             7/10
                                                               Ortalama            =             8,5/10


* Fenerbahçe A.Ş. yönetimi ilgili KAP bildirimlerinde bonservis, imza parası ve oyuncu yıllık ücretlerini açıklamadığı için, bu değerlendirme basında oluşan genel kanaat üzerine yapıldı.


Lukas Podolski


Galatasaray Hamza Hamzaoğlu'nun gelişiyle benimsediği oyun sisteminde iki kanattan birinde, kanat forvet olarak nitelendirdiğimiz bir oyuncuya ihtiyaç duydu. İlk planda Bruma, Emre Çolak ve Olcan bu işle görevlendirildi ancak hiç biri bunun altından kalkamadı. Sezonun ilerleyen bölümlerindeyse Yasin Öztekin adeta kadronun içinden yeni bir transfer gibi ilk 11'e yerleştirildi ve kadrodaki önemli bir gedik giderilmiş oldu. Sneijder ile 2'ye 1 oyunlarını oynayan ve ona daha çok serbestlik yaratan bir oyuncu olmuştu Yasin. Ancak üç kulvarda yarışacak bir takımın, özellikle Şampiyonlar Ligi'nde kanat forvet tarzında tek bir alternatifle devam etmesi düşünülemezdi. Bunun yanında Yasin'e örneğin bir Manchester City maçında ne kadar güvenebilirdiniz. Bu sebeple buraya daha önce önemli tecrübeler kazanmış bir oyuncunun transfer edilmesi takımın geleceği adına çok önemliydi.





Podolski cephesinden baktığımızdaysa, Nani'ye benzer şekilde en iyi zamanlarını geride bırakmış bir yıldızdan bahsediyoruz. Poldi, Köln'de yaşadığı harika sezonlardan sonra Alman devi Bayern Münih'e transfer yapmış bir oyuncu. Burada inişli çıkışlı bir performans gösterdikten sonra ise aynı Nani gibi evine, Köln'e dönmüş ve tekrar eski performansını yakalamayı başarmıştı. Bu performansı ona önemli bir transfer imkanı daha tanıdı ve İngiliz devi Arsenal'e yeni bir maceraya gitti Podolski. Yine inişli çıkışlı performanslar gösterdi ve geçtiğimiz sezon devre arası transfer sezonunda İnter'e kiralandı. Poldi, İtalya'da belki de kariyerinin en kötü zamanlarından birini geçirdi. Şimdiyse Galatasaray'ın hücum bölgesinde ihtiyaç duyduğu çeşitliliği gidermek üzere ligimizde. 


Bu transferin de Galatasaray için çok hayati olduğunu düşünüyorum. Podolski, kendisine kanat forvet olma görevi verildiğinde bunu rahatlıkla yerine getirebilecek bir yıldız. Ancak o, yalnızca bundan ibaret değil. Hücumun tüm bölgelerinde rahatlıkla güvenebileceğiniz bir isim. Hamzaoğlu'nun 4-2-3-1 sisteminde ileri 4'lünün her bölgesinde faydalanabilecektir Galatasaray Poldi'den. Özellikle oyun görüşü çok yüksek bir oyuncu olması sebebiyle Sneijder'den başka bir oyun aklı daha var artık Galatasaray forvetinin. Ayrıca topun paylaşımını doğru yapan bir Galatasaray bu ikili sayesinde Burak Yılmaz'ı da daha efektif kullanma imkanına sahip olacaktır. Bitiricilik konusunda da tartışmasız şekilde elit seviyede bir oyuncudur, Burak ve Umut'un zaman zaman bu konuda takıma yaşattığı sıkıntılara da çare olacaktır. Podolski'nin asıl istikrar yakaladığı takım ise Almanya milli takımıdır. Almanya'nın Dünya Kupası'nı kazanan altın jenerasyonunun 10 numarasıdır Poldi. Şu anda Almanya milli takımının en çok gol atmış üç isminden biri olması da bilinmesi gereken bir husus. Soru işaretleri nedir derseniz; öncelikle Galatasaray hücum hattı artık biraz daha yaşlı. Burak 30, Poldi ve Sneijder ise 31 yaşındalar. Bu noktada Galatasaray'ın hücumuna yapacağı diğer transferinde aranacak özelliklerden biri de artık 25-30 yaş aralığında olmasıdır! Bunun yanında Podolski'nin kariyerinde doğrudan şampiyonluğa ve hedefe oynayan takımlardaki performansları şimdiye dek iç açıcı değil. Son sezonlarda temposunu kaybetmiş olması da Polonya asıllı Alman oyuncunun bir handikapı. Yine son tahlilde çok doğru ve faydalı bir transfer olduğunu düşünüyorum Podolski'nin de. Puanlarım şöyle:

Takımın ihtiyacı / Oyuncunun özellikleri                         =             8/10
Oyuncu profili (Repütasyonu)                                           =             9/10
Oyuncu yaşı                                                                         =             7/10
Fiyat                                                                                     =             9/10
                                                               Ortalama            =             8,25/10


Sonuç olarak benim değerlendirmemde Nani küçük bir adım öne çıkmış oldu. Ancak her iki transferin de çok yerinde katkılar olduğu aşikar. Özellikle hem Fenerbahçe hem de Galatasaray'ın en önemli şansı kanımca EURO 2016'dır. Bu iki oyuncu da milli takımlarının yakın geçmişte vazgeçilmezi olmuş isimler. Fakat her ikisi de kariyerlerinde düşüş yılları yaşayarak milli formalarını tehlikeye attılar. Türkiye'ye gelmeyi tercih etmelerinde, sezonda 30'dan fazla maç oynayarak performanslarını eski seviyelerine çıkarmak arzusunun çok etkili olduğunu düşünüyorum. Her iki oyuncu da sağlıklı olmaları halinde tüm konsantrasyonlarıyla, takımları (ve kendileri) için sonuna kadar mücadele edeceklerdir. Biz de bu iki oyuncuyu kıyaslayıp birbirine kırdırmak yerine, ligimizde böyle büyük oyuncuların emeklilik yaşlarından çok önce gelmiş olmalarının keyfini çıkarmalıyız.



Okuduğunuz için teşekkür ederim.