13 Eylül 2015 Pazar

Gergin Galatasaray

Galatasaray yeni sezona kendi sahasındaki ikinci maçı da kazanamayarak başladı. Hem de rakipleri Osmanlıspor ve Mersin İY gibi ligin oldukça zayıf ekipleriydi. Dördüncü maçında ancak 5 puan toplayabilen Hamzaoğlu, fiyasko şeklinde geçen transfer döneminin ardından gelen ağır eleştirilerden etkilenmiş gözüküyor. Bana kalırsa geçtiğimiz sezon boyunca en zorlu maçlarda dahi düşmediği hatalara yeni sezonun hemen başında, peşi sıra düşmeye devam ediyor. Oysa Galatasaray tüm yapılan eleştirilere rağmen içerideki iki kolay maçını kazanmış olsaydı şu anda ligin zirvesinde yer alacak ve Hamzaoğlu da güven tazeleyerek salim kafayla yoluna devam edebilecekti.

Hamzaoğlu Mersin maçından sonra bir geçiş sürecinde olduklarını ve zamanla düştükleri bocalama döneminden çıkacaklarını söyledi. Onun bu ifadesine kısmen katılıyorum; nitekim Galatasaray gerçekten de bir geçiş sürecine girdi ve biraz zamana ihtiyacı olduğu ortada. Ancak Hamzaoğlu ligin başından beri ısrarla oyuna sürdüğü hatalı ilk on birlerle elindeki fikstür avantajını kullanamadı. Artık onu çok daha zor ve sıkışık bir fikstür bekliyor ancak mevcut kredisini çoktan tüketti bile.

Öncelikle şunu belirteyim, Melo ve Telles’in son gün satılması, söz konusu rakamlar ile pek de hatalı bir hamle değil. Bana kalırsa lige kötü başlamanın asli sebepleri arasında da yer almıyor bu ayrılıklar. Ancak eksiklerin giderilmemiş olması gerçekten takımı oldukça olumsuz etkiliyor. Grosskreutz fiyaskosu da bunun tuzu biberi oldu. Oysa ki Alman oyuncu takımdaki birkaç yaraya birden merhem olabilecek bir isimdi. Şimdi gelelim bahsettiğim hatalara.

Hamzaoğlu Süper Kupa’yı kazandığı Bursa maçında orta sahada Bilal-Selçuk ikilisinin önünde Yasin-Sneijder-Podolski-Burak dörtlüsünü oynatmıştı. Sezonun ilk resmi maçında gerçekten çok silik bir futbol oynanmış, geriye dönüşlerde inanılmaz eksiklikler olmuş ancak Muslera’nın birkaç sihri ve Bursa’nın dağılmış takımını o dönemde toparlayamamış olması sayesinde kupa kazanılmıştı. Ne Burak, ne Yasin, ne Sneijder ne de Podolski oyunun defansif tarafını oynayabilen oyuncular değil. Bunlardan hiçbirinin topun arkasına zamanında geçerek alan kapatmak ve top kazanmak gibi özellikleri yok. Yalnızca Yasin üst düzey fizik kalitesiyle bu açığını fazla koşarak kapatabiliyordu ancak o da yeni sezonda  ideal fizik seviyesinde görünmüyor. Eğer takımınızın ileri dörtlüsü böyle komutan tipi oyunculardan kurulu ise bu dörtlünün defansif zafiyetlerini gizlemenin tek yolu onların etrafına en az iki asker koymak ve pis işleri onlara yaptırmaktır. Ancak Hamzaoğlu’nun elinde böyle oyuncular yok! Orta sahadaki alternatifler bu tanıma uygun oyuncular değil, aksine onlar da komutan! 
Bu noktada Melo’dan da söz etmek gerekiyor. Birçok yorumcu Melo’nun bu askerlik görevini yapabildiğinden bahsediyor. Buna katılmıyorum; özellikle son iki sezonda yaşı ilerlemiş olan Melo önceki yıllarda yaptığı o iştahlı baskıyı uygulayamayan, top kazanmakta güçlük çeken, ileri çıktığı zaman geri dönemeyen bir oyuncu haline gelmişti. Ancak Melo çok akıllı bir oyuncu. Bu durumun kendisi de farkında olduğu için, ilerdeki komutanların defansif katkıya ihtiyacı olduğu anlarda kendisini stoperlerin arasına atıyor ve rakibe bu bölgede kalabalık bir defans gücü ile cevap veriyordu. Gel gelelim bu durumda da Galatasaray durmaksızın baskı yiyen ve rakibine ceza sahası dışından bolca şut çekme fırsatı veren bir görüntüdeydi. İşte bu açık da geçtiğimiz sezon izlediğimiz ekstra bir Muslera performansı ile kapatıldı. Ceza sahasına gömülü oynayan bu Galatasaray rakiplerini tek farklı galibiyetler ile geçiyordu. Yani Melo kalmış olsaydı da bu defansif zafiyet devam ediyor olacaktı.  
Peki yeni sezonda yapılması gereken hamle neydi?

Aslında çok basit. Melo zaten gitmek istiyorken onu tutmak artık akıl karı değildi. Ancak orta sahaya az önce bahsettiğim açıkları kapatabilecek, genç, sert, tempolu ve güçlü bir askerin transfer edilmesi gerekiyordu. Bu hamlenin yapılmamış olması, şu anda yaşanılan puan kayıplarının temel sebebidir bana göre. Hamzaoğlu da Bursa maçında yaşanan zafiyeti görmüş ve ligin ilk haftasında oynanacak olan zorlu Sivas deplasmanı öncesinde buna önlem almak istemişti. Böylece ilk on bir tercihlerinde yapılacak hatalar silsilesi de başlamış oldu. Hamzaoğlu Burak’ı yanında oturtarak ilerideki komutan sayısını dörtten üçe indirip, problemi çözmek niyetindeydi. Fakat Burak yerine oyuna sürdüğü isim bir komutan olmayan ancak kendisini bir komutan zanneden Olcan’dı. Olcan da tembel bir oyuncu olduğu için bu yaraya merhem olamadığı gibi, hücumdaki çeşitliliğe de ket vurmuş oldu. Problem sürüyordu. Sıradaki Osmanlıspor maçında ise bu kez Yasin’i kenarda görüyorduk. Hamzaoğlu ileri dörtlüyü üçe indirmek fikrinde haklıydı, ancak yerine oynattığı isim yine hatalı bir tercih olmuştu: Umut Bulut. Eski fizik gücünün çok uzağında olan Umut belki geri koşuyordu ancak bunlar çok etkisiz koşular. O da top kazanamıyor, o da doğru baskıları yapamıyor, sonuçta Galatasaray defansif zaafını kapatamıyordu. Muslera da artık kurtarıcı olmak bir tarafa, yediği hatalı gollerle puan kayıplarına ortam hazırlıyordu.

Konya maçında da Umut tercihi değişmemişti ancak fark Melo’nun dönüşü olmuştu. Yine adeta üçüncü bir stoper gibi oynadı Melo bu mücadelede. Nitekim Sneijder’in son 5 dk’da gelen gollerini bir tarafa bırakırsak, geçen sezondaki tek gollü galibiyetlerin bir kopyasını izlemiştik adeta. İşte bu galibiyetin ardından döndü denilen Melo Milano uçağına bindi; apar topar İstanbul’a getirilen Grosskreutz ise tarihi bir fiyasko sonucu Ocak’a kadar oynatılamamak suretiyle transfer edildi. Önceki yazımda da bahsettiğim gibi, orta sahadaki bu boşluğu doldurmanın ilk yolu olan; bu bölgeye direkt oynayacak bir oyuncu transferi gerçekleştirilememiş olsa da; ikinci yol olan, kanatlardan birine bir asker oyuncu transferi gerçekleştirilmişti. Yani hepimiz öyle zannettik. Fakat Ocak ayına dek bu ikinci yol da Galatasaray’a kapanmış oldu.

Hamzaoğlu da bu gelişmelerin üzerine gelen Mersin maçında, hatalı on birlerine bir yenisini daha ekledi. Bursa maçında denediği ve hüsranla sonuçlanacağı belli olan sisteme geri dönmüştü. İleri dörtlüyü üçe indirmekten vazgeçti adeta. 
Bu dörtlüyü bir arada sahaya sürecekseniz onları taşıyacak oyuncuları da etraflarına koymalısınız. Ancak orta sahada seçenekleriniz Jose, Selçuk, Bilal ve Hamit iken; sağ bekiniz Sabri iken bu dörtlüyü bir arada ilk on bire koyamazsınız! 
Hele ki öndekileri taşıyacak oyuncularınızdan biri olan Carole cezalıyken, yerine Olcan’ı koyduysanız bu ileri dörtlüde ısrar etmek intihar olur.

Açıkçası bana kalırsa mevcut kadronun içerisinden çıkartılabilecek çözüm ortada. Çözüm; bu ileri dörtlüden birinin kesinlikle yedeğe çekilerek kanatlardan birine orta saha özellikli oyuncularınızdan birini yerleştirmektir. Daha somut konuşmak gerekirse, aşırı derecede temposuz olan Podolski, hazır olana dek yedeğe çekilmeli ve yerine Emre Çolak ilk on bire monte edilmelidir. (Podolski hazır olduğunda ise sol kanatta Yasin ile rotasyona girmelidir). Böylece orta sahanın ortasındaki ikiliniz Selçuk ve Jose’nin yanına gizli bir üçüncü orta saha olarak Emre’yi koyar, öndeki Sneijder’i de 70 metre adam kovalamak zorunda bırakmazsınız! Sneijder’in böyle 70 m oyuncu kovalayarak top çalması onun özverisini gösterir ve bu taraftarın tabi ki hoşuna gider. Ancak eğer siz Sneijder’i bu müdahaleyi yaparken gördüyseniz bilin ki o takımda çok önemli defansif zafiyetler mevcut. Bu geri dönüşleri Sneijder’e yaptırırsanız, bu sefer ileride topu çekip 90’a vuracak hali kalmaz, siz de maçı kazanamazsınız.


Hamzaoğlu bu tarz teşhisleri geçtiğimiz sezon çok başarılı bir şekilde koymuş ve tedavileri de vakit kaybetmeden uygulamıştı. Ancak bu sezon içinde bulunduğu gergin ortam onu çok etkilemiş olmalı. Nitekim onun gerginliği takımına da sirayet etmiş durumda. Önceki sezon boyunca kırmızı kart görmeyen ve sadece oyununu oynamaya odaklanan Galatasaray takımı; yeni sezonda yerini ilk beş resmi maçta üç kez kırmızı kart gören ve oldukça gereksiz bir şiddetle hakemlere oynayan bir takıma dönüşmüş durumda. Bu gerginlik oyunculara gol yapma noktasında da zorluklar yaşatıyor. Puan kayıpları yaşanırken kötü oyuna rağmen yakalanan birçok net pozisyondan yararlanamadı sarı kırmızılı futbolcular. 

Hamzaoğlu’nun milli aradan faydalanarak sakinleşeceğini ve artık doğru hamleleri yapacak olduğunu düşünmüştüm ancak Mersin İY maçında beni yanılttı. Hamzaoğlu hala oldukça gergin ve bu baskı ona hata yaptırıyor. Artık bir an önce sakinleşerek en iyi bildiği işi yapmalı ve takımın zaaflarına çözüm üretmeli. Aksi takdirde önündeki zorlu fikstürden hasarsız çıkması imkansız hale gelecek ve artık daha fazla hasar alacak kredisi de kalmadı.

2 Eylül 2015 Çarşamba

Deadline Day

Her futbolsever için bayram niteliğindeki günlerden biridir bu gün. Piyasanın domino etkisine uğradığı ve takımların eksiklerini kapatmak adına son nefesleriyle yaptıkları hamleler sonucunda yüzlerce oyuncunun kulüp değiştirdiği bir gündür. Böylece yüzlerce yeni beklenti, milyonlarca taraftarı sarmış olur. Peki bu kutsal günde bizim kulüplerimiz ne yaptı? Eksiklerini kapatabildiler mi? Yoksa tam tersine elindeki değerleri mi kaybettiler?



Öncelikle Beşiktaş, Fenerbahçe ve Trabzon’dan başlamak istiyorum. Çünkü uzun yaz transfer sezonunu çok yüksek tempoda geçiren bu kulüplerin, son günlerde meydana çıkan bu karmaşaya girmemeleri mantıklıydı, öyle de oldu.

Beşiktaş’ın kaleci, stoper ve (mevcut sakatlıklar sebebiyle) bir orta sahaya ihtiyacı olduğunu düşünüyordum. Bu mevkilere ilişkin basında birçok isim okuduk ancak Beşiktaş son günlerde sessiz kalmayı tercih etti. Tabi ki son günde 2-3 transfer gerçekleştirmek genellikle tutmayan bir aşıdır. Oğuzhan ve Necip’in formu; Tolga – Şenol Güneş bağı düşünülürse orta saha ve kaleciden vazgeçmiş olmaları da akıllıca olabilir. Ancak bana kalırsa Beşiktaş ne yapıp edip, son gün de olsa, hızlı ve içgüdüleri yüksek bir stopere imza attırmalıydı. Sezon genelinde bu problem ile karşı karşıya kalacaklarını tahmin ediyorum.


Trabzon ise geçen yaz takımını baştan aşağı yenilemeye kalkıp, inanılmaz bir plansızlık sonucunda milyonlarca avroyu adeta sokağa dökmüştü. Şimdi ise bu ağır müsibet bin nasihattan iyi etki yapmış olacak ki Süleyman Hurma liderliğinde, akıllıca bir transfer dönemi geçirildi. Son güne kadar yapılmış olan 7 transferin 6’sı şu anda lige çok iyi giren Trabzon’un 11’ine doğrudan yerleşen oyuncular. Son günlerde ise stoper Douglas ve Marin hamleleri geldi. Ben Douglas’ın da ilk on bire doğrudan girecek bir transfer olduğunu düşünüyorum. Marin ise sanırım bir fırsat transferi oldu. Chelsea’ye transfer yaptıktan sonra darmadağın olan özgüveni yeniden ortaya çıkarsa, Trabzon’un hücumuna liderlik edecek bir yıldız haline gelebilir. Ancak daha yüksek olan ihtimal, fizik olarak ezilerek ligde forma bulamayıp, kupa maçlarında etkili olacak bir performans ortaya koyması. Trabzonspor bu başarılı transfer operasyonu sonucunda tekrar zirveye aday bir takım olduğunu hatırlatmıştır.


Fenerbahçe’nin 2015 yazı belli ki uzun yıllar boyunca hatırlanacak bir yaz olacak. Nasıl hatırlanacağını önümüzdeki süreç gösterecek tabi ki ancak başarısız olma ihtimali minimalize edilmiş bir kadro karşımızda duruyor. Son günlerde ise ufak bir hareketlilik daha yaşadı sarı lacivertliler. Moussa Sow takımdan ayrılırken, genç Lazar Markoviç Liverpool’dan kiralandı. Naçizane görüşüm bu iki hamlenin de olumsuz olduğu yönünde. Sebebine gelirsek; öncelikle Fenerbahçe’nin bu yıldızlar topluluğu kadrosunda asli bir eksik bir bölge mevcut, bir stoper. Bu bölge es geçildi. Bunun yanında daha önceki yazılarımda da bahsettiğim üzere bir kanat oyuncusu da Fenerbahçe’nin bu gösterişli kadrosunun iki yönlü bir orta saha ile birlikte ihtiyaçlarındandı. Ancak aradan geçen süre zarfında yine Bursa’nın kapısı çalındı ve Volkan Şen ile Ozan Tufan bu yaralara merhem olmak üzere getirildi. Yani gerekli müdahale de böylece yapılmış oldu. Buna rağmen transferin son günlerinde stoperdeki gedik unutularak Volkan Şen ile güçlendirilen bölgeye bir de Markoviç kiralandı. Markoviç henüz 21 yaşında ve potansiyeli gerçekten çok ama çok yüksek bir oyuncu. Bunu tabi ki kabul ediyorum ancak Fenerbahçe bu yatırımı Markoviç’in geleceğine yapmış olamaz, nitekim satın alma opsiyonu bulunmuyor! Geçiş döneminde acil bir gedik kapatmak üzere alınmış bir oyuncu da olamaz, çünkü 4 milyon € bedele mal olan bir Volkan Şen transferi mevcut. Rotasyonu güçlendirmek için derseniz, halihazırda Stoch bu görev için gayet uygundu, bu da olamaz. Sonuç olarak Markoviç belki de bu sezon müthiş bir patlama yapacak ve Fenerbahçe’nin vazgeçilmezi olacak. Bu gayet olası bir senaryo. Ancak bu ihtimalde dahi Fenerbahçe Mayıs 2016’da böylesine önemli bir yıldızını kaybetmiş olacak.



Moussa Sow’un ayrılışı ise; FB adına bir süredir beklenen bir hadiseydi. Bu süre içerisinde ona bir alternatif bulunamamış olması adeta Terraneo’ya yakışmadı! 4-2-2-2 gibi bolca forvet gerektiren bir sistem benimsenmişken, elinizde yalnızca iki adet forvet kalmış olması bu sistemin değiştirilmek zorunda kalınmasına sebep olacaktır diye düşünüyorum. Tüm bunların yanında, Fenerbahçe’nin tandeminde hala önemli bir sıkıntı olduğunu da ortada.


Gelelim transfer serbestliğinin son gününü oldukça fırtınalı geçiren son şampiyon Galatasaray’a. Galatasaray bu kutsal günde 3 kupalı takımının ilk on birinden iki Brezilyalı, Felipe Melo ve Alex Telles’i İnter’e yollarken; Cenk Gönen, Denayer ve Grosskreutz’u kadrosuna kattı. Peki 31 Ağustos 2015 Galatasaray’a ne kazandırır,  ne kaybettirir?


Öncelikle geçtiğimiz sezon kazanabilecek bütün kupaları müzesine götüren bir takım olduğundan, ancak buna rağmen bu takımın çok önemli eksikleri bulunduğundan daha önce de bahsetmiştim. Nitekim hava toplarında etkili olacak, savunmaya akıllı bir agresiflik kazandıracak uzun bir stoper1; orta alanda takımın baskı ve top kazanma yükünü sırtlayabilecek tempolu bir orta saha2; özellikle Şampiyonlar Ligi’nde ve derbilerde geriye dönüş sıkıntıları yaşamayacak bir sağ bek3; Burak Yılmaz’ı zorlayabilecek ve hücuma çeşitlilik kazandırılabilecek bir forvet4; ve nihayet, Muslera’ya grip olabilme özgürlüğü verebilecek güvenilir bir yedek kaleci5  Galatasaray’ın ihtiyaçlarıydı.

1.       Stoper: Bu ihtiyaca cevap verebilmek adına transferin son gününde Manchester City ve Belçika milli takımının büyük beklenti içinde olduğu genç oyuncu Jason Denayer kiralandı. Bu transferi az önce bahsettiğim Markoviç transferine benzetebiliriz. İlk bakışta olumsuz gözüküyor. Ancak arada küçük bir fark var. Galatasaray geçiş sürecinde, acil bir ihtiyacı gidermek adına bu bölgeye Denayer’i getirmiş olabilir. Ancak bu sezonu harika da geçirse, satın alma opsiyonu bulunmadığı için sezon sonunda City’ye dönecek ve bu bölgede yeniden transfere ihtiyaç duyulacaktır. Tabi ki genç oyuncunun bu bölgedeki eksikliği kapatıp kapatamayacağı da şimdilik meçhul. Şu anda elimizdeki en önemli veri geçtiğimiz sezon henüz 19 yaşındayken İskoçya Ligi ve Şampiyonlar Ligi dahil olmak üzere 44 maçta oynamış olması.

2.       Orta Saha: Buradaki ihtiyaç iki şekilde kapatılabilirdi. Ya artık yaşlanan, temposunu tamamen kaybeden ve oyunda kaldığı bölümlerde stoperlerin arasına saklanan Melo’yu kızağa çekecek genç bir ön libero transferi yapılabilirdi. Ya da sağ açığa; top kesme (pas arası yapma), bire birde top kazanma ve agresiflik gibi defansif orta saha özellikleri bulunan tempolu bir oyuncu alınarak orta sahanın ortası bu şekilde desteklenebilirdi. Sanırım 1,5 milyon €’ya gerçekleştirilen Grosskreutz transferi bu eksiği kapatmak için son dakikada yapılabilecek en iyi hamleydi. Bu transfer Galatasaray’ın mevcut riyakar ve beceriksiz yönetiminden beklenmeyecek derecede iyi bir hamle oldu. Grosskreutz; Selçuk (Hamit) ve Jose (Bilal)’den oluşacak, top kullanma becerisi Avrupa standartlarında olsa da, en büyük eksiği defansif meziyetler olan orta sahanın bu zafiyetini görünmez hale getirebilir. Tabi ki Alman oyuncunun sağlık durumu bu noktada oldukça kritik.

3.       Sağ Bek: Sezon başında Sabri’ye yapılan zamlı yeni kontrat taraftarlar arasında adeta bir ayaklanmaya sebebiyet vermişti. Bu haklı serzeniş, Sabri’ye alternatif alınmayan her gün artarak devam etti; ta ki sezon başlayana kadar. Sabri, ilk üç hafta yaptığı üç asist ve verdiği iyi performansla şimdilik tepkiyi sonlandırmış gibi gözüküyor. Ancak ben zaten Sabri’nin bir hücum bek olarak Türkiye sınırlarında Caner ve Cicinho ile birlikte en etkili bek olduğunu düşünüyorum. Nitekim istatistikler de bunu doğrulayacaktır, örneğin bu üç oyuncu en yüksek isabetle orta yapma becerisi gösteren bek oyuncuları. Ancak Sabri’deki asıl problem Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi ve derbi maçlarında ihtiyaç duyduğu (ve duyacağı) defansif katkıya cevap verememekti. Bu problem hala devam ediyor. Ancak Grosskreutz hamlesi bir kesin çözüm olmamakla birlikte, bahsettiğim problemin minimuma indirilmesine yardımcı olacaktır. Galatasaray’ın sağ kanadında Grosskreutz – Sabri ikilisinin bu sezon genelinde ideal olduğunu düşünüyorum.

4.       Forvet: Bana kalırsa Burak Yılmaz patlayıcılığı, gücü, bitiriciliği, inatçılığı ve sahadaki açlığı ile birinci sınıf bir forvettir. Topsuz oyundaki eksikleri, ofsayta düşme ve gereksiz faul yapma alışkanlığı, kapalı savunmalara karşı bocalayabilmesi onun birinci sınıf olmasını engellemez. Gel gelelim birinci forvetiniz kim olursa olsun, mutlaka kulübenizde ona alternatif olacak bir forvet bulundurmanız gerekir. Galatasaray’da bu bölgeye transfer yapılmaması sonucunda Umut Bulut ve genç Sinan Gümüş eldeki alternatifler olarak gözüküyor. En iyi zamanlarında dahi ayırıcı özelliği baskı gücü ve fizik kuvveti olan Umut artık bu özelliklerini de kaybetmeye başlamış durumda. Umut’un bu saatten sonra Galatasaray’da ilk 11 oyuncusu olarak katkı verebileceğini düşünmüyorum. Ancak gole acilen ihtiyaç duyulduğunda, tecrübesi ve karambol yaratma özelliği ile, son yarım saat – on beş dakikalık bölümlerde kulübeden gelerek katkı verebilir. Forvette gözüken bu önemli eksik eğer genç Sinan Gümüş bir patlama yapmazsa Galatasaray’ın başını ağrıtacaktır. Gayet tabi Podolski bu bölgeye bir alternatif olarak görünebilir. Ancak Burak Yılmaz’ın ilk 11’de başlamayacağı her maç Galatasaray’ın pozisyona girmekte çok zorlanacağına delalettir.

5.       Yedek Kaleci: Geçtiğimiz sezon Sinan Bolat’ın kiralanmasıyla geçici olarak çözülen bu sıkıntı, transferin son günlerinde Cenk Gönen’in transfer edilmesiyle kalıcı olarak giderilmiştir. Şahsen Cenk’i bir kaleci olarak beğenmem. Çünkü verebileceği performansın maksimumu ile minimumu arasında bir uçurum vardır. Ancak gerek yaşı gerekse de maliyeti itibariyle, Taffarel faktörü de göz önünde bulundurulduğunda, problem çözen bir transfer olduğunu düşünüyorum.

Tüm bu çözülen veya çözülemeyen problemlerin üzerine, Galatasaray son günde Melo ve Telles’i kaybetti. Bu kayıpların yansımalarını da değerlendirmek istiyorum.



Öncelikle kamuoyundaki algının aksine, Melo’nun kaybının saha içinde takıma olumsuz değil, aksine olumlu döneceğini düşünüyorum. Bunun sebeplerini yukarıda da saydım, Melo’nun gidişinin saha içinde somut olarak Galatasaray’a yaşatabileceği tek handikap hava toplarında çıkıp vuracak oyuncu eksikliğinin iyice artmış olmasından başka bir şey değildir. Lakin Melo’nun eksikliği psikolojik olarak takıma önemli bir darbe vuracaktır. Her şampiyon takım, içerisinde “isyan eden” bir veya birkaç oyuncu barındırır. Melo da böyle bir oyuncudur. Agresifliği ile hem kendi taraftarının, hem rakip taraftarların, hem hakemlerin hem de rakip takım oyuncuların üzerinde etki kurmayı başarmış bir oyuncudur Melo. Bu etki kendisini Anadolu takımlarına karşı oynanan maçlarda hissettirmez ancak hedef maçlarında bu eksiklik kendisini gösterecektir. Grosskreutz, Podolski ve Chedjou karakter ve tecrübe itibariyle bu boşluğu doldurmaya aday isimler gibi gözüküyor. Onların bu hedef maçlarındaki görüntüsü Galatasaray adına kritik olacak.

Ticari olarak düşünüldüğünde ise bu ihraç, Galatasaray tarihinde eşine az rastlanır bir kazanç olmuştur. Melo için iki sezonluk kiralama ücreti ve bonservis bedeli olarak, Galatasaray toplamda 7,5 milyon €’yu Juventus’a ödedi. Melo’dan en efektif yaşlarında (28-32) alınabilecek maksimum katkı alındı ve Melo 32 yaşına gelmişken ve artık sahada hareket etmekte zorlanırken 3,7 milyon € gibi iyi bir fiyata satıldı. Hatta İnter önümüzdeki 3 sezon boyunca, Şampiyonlar Ligi’ne kalacağı her sezon için Galatasaray’a  500 bin € daha bonus ödemeyi taahhüt etmiş. Ayrıca Melo’dan açılan boşluk 20 yaşındaki, bedelsiz olarak transfer edilen Jose Rodriguez için müthiş bir fırsat ortaya çıkarmış da oldu.

Telles’e gelirsek; yine genel görüşün aksine Telles’in oldukça faydalı ve ümit vadeden bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Asla görevden kaçmayan, takım içi pis işleri yapmaya erinmeyen, çok çalışkan ve kendisine yatırım yapan bir futbolcu. Geçtiğimiz sezon takıma kazandırdığı hareketliliğin 3 kupada önemli bir payı olduğu görüşündeyim. Tabi ki fizik dezavantajı sebebiyle asla bir Carlos ya da Marcelo olamayacak. Ancak bir Filipe Luis olması bana göre çok olası gözüküyor. Zaten bu oyuncu transfer edilirken ilerde pazarlanmak üzere de getirildi. 6 milyon 150 bin € bedelle transfer edilmiş. Bu sezon mali krizde olan Troyes’un elinden çıkarmak durumunda olduğu, yine genç ve potansiyelli Carole de uygun bir fiyata alındı. Carole’un maksimumunun Telles kadar olamayacağını düşünüyorum ancak oyuncu tipi olarak Türkiye’ye daha uygun olduğu da aşikar. Bu şartlarda Telles’in iyi bir anlaşma sonucunda gönderilmesini akıllıca bulurdum. Fakat Telles için İnter ile yapılan anlaşma çok yanlış. 1,3 milyon € bedelle kiralandı (İnter'in UEFA'ya katılması durumunda 250 bin € bonus ödenecek) ve 8,5 milyon €’luk satın alma opsiyonu belirlendi. Eğer Telles bu sezon İnter’de patlama yaparsa zaten değeri en az 15 milyon € seviyelerine yükselecek, İnter 8,5 milyon €’luk opsiyonu kullanacak ve Galatasaray kardan zarar etmiş olacak. Yok eğer Telles İnter’de geriye gider ve İnter onu sezon sonunda satın almak istemezse 1,3 milyon € gibi çok da önemli olmayan bir bedel için Telles – Carole ikilisinden oluşacak sağlam bir sol bek rotasyonundan vazgeçilip, göbekli Olcan’a bel bağlanmış olacak. Bu yaz Bruma’da yapılan hata bana kalırsa Telles transferinde de tekrarlandı. Bu iki oyuncu için belirlenen satın alma opsiyonları kesinlikle daha yüksek olmalıydı.



Yine uzun bir yazı oldu :) Sabredip de sonuna kadar okuyan herkese teşekkürler…